|
|
 |
Asagidaki ölüm tarihleri
bedensel ölümdür.
DEVRIMCILER ASLA ÖLMEZ !!!!
DENIZ GEZMIS

Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nun
kurucusu KOMUTANI
(d. 27 Şubat 1947, Ankara – ö. 6 Mayıs
1972, Ankara),
ÖN YASAMI
Deniz Gezmiş, 27 Şubat 1947'de Ankara'nın
Ayaş ilçesinde doğdu.
Dedeleri aslen İkizdere, Rize ilçesine bağlı
Cimil köyünden olup, babası Erzurum,
Ilıca nüfusuna kayıtlı ilköğretim müfettişi
Cemil Gezmiş, annesi ise Erzurum'un Tortum
ilçesinden ilkokul öğretmeni Mukaddes Gezmiş'tir.
Ailenin üç erkek çocuğundan ikincisidir.
Ağabeyi Bora Gezmiş, hukuk fakültesinden
ayrılıp bankacılık yapmıştır.
Kardeşi Hamdi Gezmiş ise, mali müşavirdir.
Gezmiş, öğretmen bir ailenin çocuğu olması
sebebiyle ilk ve ortaöğrenimini Sivas'ta,
liseyi İstanbul'da okudu.
Henüz lise öğrencisiyken sol düşünceyle tanıştı
ve kendini dönemin eylemleri içinde buldu.
SIYASI YASAMI
1965'ten sonra, Türkiye'de gelişen
gençlik hareketinin en önemli önderlerinden
ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)'nun kurucu
ve yöneticilerinden Deniz Gezmiş,
1965'de Türkiye İşçi Partisi (TİP)'nin
Üsküdar ilçe başkanlığına üye oldu.
İlk kez 31 Ağustos 1966'da Ankara'dan
İstanbul'a yürüyen Çorum Belediyesi
temizlik işçilerinin Taksim Anıtı'na çelenk
koymaları sırasında işçileri destekleyen
ve Türk-İş yöneticilerini protesto eden
gösteri sırasında gözaltına alındı.
7 Kasım 1966'da İstanbul Üniversitesi
Hukuk Fakültesine girdi.
Ardından 19 Ocak 1967'de Türkiye
Milli Talebe Federasyonu (TMTF) binasının
yedd-i emine verilmesi sırasında çıkan
olaylarda yakalandı ve bir gün sonra iki
arkadaşıyla çıkarıldığı mahkeme tarafından
serbest bırakıldı.
22 Kasım 1967'de öğrenci örgütlerinin
düzenlediği Kıbrıs Mitingi sırasında
Aşık İhsani ile birlikte ABD bayrağını
yaktıkları gerekçesi ile gözaltına alınıp
daha sonra serbest bırakılan Deniz Gezmiş,
Hukuk Fakültesi'nde birlikte okuduğu
arkadaşlarıyla birlikte 30 Ocak 1968'de
Devrimci Hukuklular Örgütünü kurdu.
7 Mart 1968'de İÜ Fen Fakültesi konferans
salonunda düzenlenen AIESEC genel kurul
toplantısında konuşma yapan Devlet Bakanı
Seyfi Öztürk'ü protesto ettiği için tutuklandı.
2 Mayıs'a kadar tutuklu kalan Gezmiş,
30 Mayıs'ta 6. Filo'yu protesto ettiği için
yargılandı ve beraat etti.
Öğrenci eylemleri içinde etkinliği giderek artan
Deniz Gezmiş, 12 Haziran 1968'de
İstanbul Üniversitesi'nin
işgal edilmesinde önderlik etti.
İşgal Konseyi adına İÜ Senatosu ile
Baltalimanı'nda yapılan görüşmelere katılan
öğrenci heyetinin içinde yer aldı;
öğrenci haklarının elde edilip işgalin
sona erdirilmesinde etkili oldu.
İşgalden kısa bir süre sonra İstanbul'a gelen
6. Filo'yu protesto eylemlerinde yer alan Gezmiş,
30 Temmuz'da bu eylemlerden dolayı tutuklandı
ve 20 Eylül'de serbest bırakıldı.

6. Filo eyleminden sonra denizden çıkarılan Amerikan askerleri.
TİP içinde yoğunlaşarak, ayrılıklara
ve tartışmalara yol açan ideolojik sorunlarda
Milli Demokratik Devrim (MDD) görüşünü
benimseyen Deniz Gezmiş,
bu görüşün özellikle devrimci öğrenciler
arasında yayılmasında etkili oldu.
Ekim 1968'de eylemlerde birlikte olduğu
Cihan Alptekin, Mustafa İlker Gürkan,
Mustafa Lütfi Kıyıcı,
Cevat Ercişli, M. Mehdi Beşpınar, Selahattin Okur,
Saim Kurul ve Ömer Erim Süerkan'la
birlikte Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB)'ni kurdu.
1 Kasım 1968'de TMGT (Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı) ,
AÜTB, ODTÜÖB ve DÖB'ün başlattığı
Samsun'dan Ankara'ya
Mustafa Kemal Yürüyüşü'nü düzenledi.

Mustafa Kemal yürüyüşü posteri.
Ardından 28 Kasım 1968'de ABD büyükelçisi Kommer'in
gelişi sırasında Yeşilköy Havaalanı'nda düzenlenen
protesto gösterileri nedeniyle tutuklandı ve
bir süre sonra serbest bırakıldı.
İstanbul Üniversitesi'nde sağcı güçlerin 16 Mart 1969'da
girişmiş olduğu hareketlere öğrenci kitlesiyle
birlikte karşı koyan Gezmiş, bu eylemi
gerekçe gösterilerek 19 Mart'ta yeniden tutuklanarak
3 Nisan'a kadar hapis yattı. Ardından 31 Mayıs 1969'da
İÜ Hukuk Fakültesi öğrencilerinin,
reform tasarısının gerçekleşmemesini protesto için
giriştikleri işgale önderlik etti.
Üniversitenin kapatılıp, polise teslim edilmesi nedeniyle
çıkan çatışmalarda yaralandı.
Hakkında gıyabi tutuklama kararı olmasına rağmen
hastaneden kaçan Gezmiş, Haziran'ın sonunda Filistin'e gitti.
Filistin'e gitmeden önce 23 Haziran 1969'da
TMGT'nin topladığı 1. Devrimci Milliyetçi Gençlik
Kurultayı'na kendisi gibi haklarında tutuklama
kararı olan FKF Genel Başkanı Yusuf Küpeli ile
birlikte bir mücadele programı gönderdi.
Eylül'e kadar Filistin'de gerilla kamplarında kalan Deniz Gezmiş,
1 Eylül 1969'da, 10 Haziran'da "üniversiteyi işgal" ettiği
gerekçesiyle Hukuk Fakültesi'nden ihraç edildi.
Hakkında tutuklama kararının olduğu bu dönemde
gazetecilere gizlendiği yerden demeçler verdi.
23 Eylül 1969'da Hukuk Fakültesi'nde olduğu sırada
haber verilen polislerin de fakülteye gelmesi üzerine
teslim olan Gezmiş, 25 Kasım'da serbest bırakıldı.
Ancak Yıldız Devlet ve Mühendislik Akademisi'nde
Battal Mehetoğlu'nun sağcılar tarafından öldürülmesinden
sonra okulda yapılan aramada,
ele geçirilen dürbünlü bir tüfeğin Gezmiş'e
ait olduğu öne sürülerek hakkında yeniden tutuklama kararı alındı.
20 Aralık 1969'da yakalanan Gezmiş, kendisiyle birlikte tutuklanan
Cihan Alptekin'le birlikte 18 Eylül 1970'e kadar tutuklu kaldı.
Bundan sonra öğrenci eylemlerinden uzaklaşarak,
mücadelesini değişik alanlarda sürdürdü.
Sinan Cemgil ve Hüseyin İnan'la birlikte THKO'yu kurdu.
11 Ocak 1971'de THKO adına Ankara İş Bankası Emek
Şubesi'nin soygununu gerçekleştirenler arasında yeraldı.
4 Mart 1971'de dört ABD'li erin Balgat'taki Tuslog Tesisleri'nden
kaçırılması eyleminde de bulundu.
Kaçırılan erler daha sonra serbest bırakıldılar.
Deniz Gezmiş sol hareketin öncülerindendir.
EYLEMLERI
-
İstanbul Üniversitesi'nin 12 Haziran 1968'de
işgaline önderlik etti.
İşgal konseyi adına üniversite senatosu ile
Baltalimanı'nda yapılan görüşmelere katılan
öğrenci heyetinin içinde yer aldı.
-
1 Kasım 1968'de TMGT, AÜTB, ODTÜÖB
DÖB'ün başlattığı Samsun'dan Ankara'ya
Mustafa Kemal Yürüyüşü'nü düzenledi.
-
11 Ocak 1971'de THKO adına Ankara İş Bankası
Emek Şubesi'ndeki silahlı soygunu
gerçekleştirenler arasında yeraldı.
-
4 Mart 1971'de Ankara'daki Balgat Amerikan
Üssü'nden
dört ABD'li erin kaçırılması eyleminde bulundu.
Bu eylemden sonra, Sivas'ın Gemerek
ilçesi girişinde yakalandı.
YAKALANISI VE IDAM EDILISI
12 Mart darbesinin ilk günlerinde Yusuf Aslan
ile birlikte Sivas'a gitmekte iken motosikletleri bozuldu.
Bir ihbar sonucu polislerin gelmesi üzerine
çıkan çatışmada Aslan ile birbirlerini kaybettiler.
Aslan o esnada, Gezmiş ise 16 Mart 1971 salı günü
Sivas'ın Gemerek ilçesinde teslim oldu
ve Kayseri'ye getirildi.
Buradan Ankara'ya zamanın İçişleri Bakanı
Haldun Menteşoğlu'nun makamına götürüldü.
Mahkemesi 16 Temmuz 1971 günü
Altındağ Veteriner Okulu binası'nda
Tuğgeneral Ali Elverdi başkanlığında
Baki Tuğ savcılığında Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı
1 no'lu Mahkemesi'nde başladı ve 9 Ekim 1971 günü bitti.
Deniz ve arkadaşları 16 Temmuz 1971'de başlayan
THKO-1 Davası'nda TCK'nin 146. maddesini
ihlal ettiği gerekçesiyle, 9 Ekim 1971'de
idam cezasına çarptırıldı.
İdam cezaları o zamanlar senato tarafından
onaylanmak zorundaydı.
İsmet İnönü "siyasi suçlar idamla cezalandırılmamalıdır"
diyerek Bülent Ecevit ile birlikte red oyu kullanır.
AP genel başkanı Süleyman Demirel ise infazdan yana oy kullanır.
Olaydan 15 yıl sonra, Süleyman Demirel
bir gazeteciye verdiği demeçte idamlar için:
soğuk savaşın talihsiz olaylarından biri yorumu yapar.
Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ise
idamları onaylayarak özür dilemeyi reddeder.
İdam edilmeden önce Alman Der Spiegel dergisinde
çıkan son yazısında
"Yaşasın Marksizm-Leninizmin yüce ideolojisi!
Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği!
Kahrolsun Emperyalizm!" dediği belirtildi
Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte
6 Mayıs 1972 tarihinde, gece 1:00-3:00 arası,
Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde idam edildi.
İdama giderken imam istemedikleri bilinmektedir,
fakat definlerinde bir imam bulunmuştur.
Mezari, Ada:L/17 Parsel:21 Ankara/Karşiyaka
Mezarliğinda bulunmaktadir.
 
Son isteği hakkındaki iddialar
Deniz Gezmiş ve diğerlerinin idam edilmeden
önce son istekleri üzerine farklı iddialar vardır:
Örneğin; Deniz Gezmiş'in Joaquín Rodrigo'nun
Aranjuez konçertosunu (muhtemelen Adagio'sunu)
dinlemek ve bir bardak demli çay içmek istediği söylenir.
Yazar Erdal Öz'ün Gezmiş'le yaptığı görüşmelerde
tuttuğu ve Gülünün Solduğu Akşam eserinde
bulunan notlara göre Gezmiş idamını
bu şekilde düşünmüştür.
Fakat yine aynı eserde bulunan notlara göre
avukatının anlattığı idam anında bu istek geçmemektedir.
Bir başka iddiada ise son isteği sorulduğunda
idamını kendi gerçekleştirmek istemiş
ve tam idam edileceği sırada
altındaki tabureyi kendi itmiştir.
Öz'ün eserindeki avukat notlarında bu da geçmemektedir.
Aksine son sözleri olan
"Yaşasın tam bağımsız Türkiye!
Yaşasın Marksizm-Leninizm!
"Yaşasın Kürt Türk Halklarının Mücadele Birliği
"Yaşasın işçiler, köylüler! Kahrolsun Emperyalizm!"
şeklinde bağırırken taburesine vurulmuş
ve "emperyalizm" kelimesinin 'izm'ini
söyleyemediği kaydedilmiştir.
Yalnız Hüseyin İnan'ın kendi taburesini
tekmelediği belirtilmektedir.
Bir başka iddiada ise idam edilecek olan
diğer iki arkadaşıyla vedalaşmak istediği söylenir.
Hoşçakal Yarın filminde de böyle gösterilmektedir.
Fakat bu istek aslında Gezmiş'in değil Yusuf Aslan'ındır.
İdam kementi boynundan geçirilirken,
hücresinden alınıp apar topar darağacına
götürülürken giymesine izin verilmeyen
botlarının askerlere bırakılmamasını,
ailesinden birinin almasını istediği doğru değildir.
İdama giderken postalları ayaklarındadır,
sadece bağcıklarını bağlamaya fırsatı olmamış,
ve idamdan önce asıldığında ayaklarından
düşmesin diye görevlilerden birine bağlatmıştır.
Yalnız parkasını giyememiş ve
onun babasına verilmesini istemiştir.
Öz'ün eserindeki avukat notlarına göre,
Gezmiş'in son istekleri, avukatlarının idamı
gözlemleyip sonraki kuşaklara "doğru" anlatmaları,
cezaevindeki devrimci arkadaşlarını onun adına
"tek tek öpmeleri", 1969'da öldürülen devrimci
arkadaşları Mustafa Taylan Özgür'ün
yanına gömülmeleri ve cezaevindeki
parkasının ailesine verilmesi olmuştur.
Ölmeden önce ailesine yazdığı mektuplar
Baba, Mektup elinize geçtiğinde ben
aranızdan ayrılmış bulunuyorum.
Ben ne kadar üzülmeyin dersem yine de
üzüleceğinizi biliyorum.
Fakat bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum,
insanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler, önemli olan
çok fazla yaşamak değil,
yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir.
Bu nedenle ben erken gitmeyi normal karşılıyorum.
Ve kaldı ki benden evvel giden arkadaşlarım
hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir.
Benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın,
oğlun ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir,
o bu yola bilerek girdi ve sonunun da
bu olduğunu biliyordu.
Seninle düşüncelerimiz ayrı ama
beni anlayacağını tahmin ediyorum.
Sadece senin değil Türkiye'de yaşayan
Kürt ve Türk halkının da anlayacağına inanıyorum.
Cenazem için avukatlarıma gerekli talimatı verdim.
Ayrıca savcıya da bildireceğim.
Ankara'da 1969'da ölen arkadaşım
Taylan Özgür'ün yanına gömülmek istiyorum.
Onun için cenazemi İstanbul'a götürmeye kalkma,
annemi teselli etmek sana düşüyor,
kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum.
Kendisine özellikle tembih et.
Onun bilim adamı olmasını istiyorum,
bilimle uğraşsın ve unutmasın ki bilimle uğraşmak da
bir yerde insanlığa hizmettir,
son anda yaptıklarımdan en ufak pişmanlık
duymadığımı belirtir,
seni, annemi, ağabeyimi ve kardeşimi
devrimin olağanca ateşiyle kucaklıyorum
Oğlun Deniz Gezmiş. Merkez Cezaevi
HÜSEYIN INAN

Hüseyin İnan (1949–1972), 1949'da Kayseri'nin
sarız ilçesine ait bozüyük köyünde doğdu.
Aslen Kayseri, Sarizlidir.
İlk ve ortaokulu Pınarbaşı’nda, liseyi Kayseri'de okudu.
1966'da ODTÜ İdari Bilimler Bölümü'ne kayıt oldu.
Sosyalist Fikir Klubü(SFK) ve bu derneğin bağlı olduğu
Dev-Genç'e üye oldu.
Bu arada TIP'e de katılarak, bu partinin etkinliklerinde yer aldı.
Ayni dönemde, gerek İstanbul ve Ankara,
gerek İzmir ve diğer yörelerde anti-emperyalist eylemlere katildi;
ABD 6.Filo'suna yönelik eylem ve mitinglerin içinde bulundu.
Toprak işgalleri, kırsal yörelerdeki etkinlikler vb. etkinliklere katildi.
1966-1967 öğretim yılında, gerçeklesen ODTÜ Hazırlık boykotunun
örgütlenmesine önderlik etti.
Hüseyin İnan, 1968'de, TIP ve daha sonra
MDD içindeki ayrılıklarda, giderek belirginleşen
gizli ve dar örgüt fikri doğrultusunda çekirdek bir grup oluşturup,
kir gerillası yoluyla anti-emperyalist mücadele
verme düşüncesini geliştirmeye çalıştı.
Ankara, özellikle ODTÜ kökenli olan
ve temelini İnan’ın attığı grup, daha sonra
THKO'nun çekirdek kadrosunu oluşturacaktı.
Aynı yıl İdari Bilimler Fakültesi'nden çıkarılan Hüseyin İnan,
ODTÜ yurtlarında kalmaya devam etti.
14 Ekim 1969'da, grubun önemli bir kesimiyle birlikte
Suriye üzerinden Ürdün'e, Filistin Kurtuluş Örgütü(FKÖ)'nün
asil gücünü oluşturan El Fetih kamplarına gitti.
Burada FKÖ'nün yanında İsrail'e karsı savaştı.
İsrail içlerindeki karakol baskınlarında bizzat yer aldı.
Şubat 1970'de Türkiye'ye geri döndüğünde,
Diyarbakır-Antep yolunda bir otobüste yakalandı.
Diyarbakır’da devam eden yargılama sonunda,
Ekim 1970'de tahliye oldu.
Hüseyin İnan Ankara'ya döndüğünde kafasındaki
kir gerillası fikri iyice berraklaşmıştı.
Benzeri düşünceler taşıyan ve ayni eylem çizgisini benimseyen,
başlarında Deniz Gezmiş’in yer aldığı İstanbul grubuyla
bir araya gelerek THKO'yu kurdu.
İnan, kitle hareketleri içinde hemen hiç tanınmayan
biri olmakla birlikte, örgütleyici niteliği,
insanlarla ilişki kurma becerisi ve kararlılığıyla grup içinde sivrilmişti.
Deniz Gezmiş, Sinan Cemgil ve Cihan Alptekin'in de
yer aldığı THKO'nun tartışmasız lideri haline geldi.
Daha sonra, yaygınlaşan silahlı eylemlere
önderlik etmekle kalmadı, bütün eylemlerin bizzat içerisinde oldu.
29 Aralık 1970'de, Dev-Genç üyelerinden İlker Mansuroğlu'nun
öldürülmesi üzerine, THKO'nun örgüt olarak
kendini ortaya koyduğu Kavaklıdere Polis Karakolu'nun
kurşunlanması, 1 Ocak 1971'de Türkiye Is Bankası
Emek Şubesi soygunu, Amerikan askeri tesislerinin
basılarak bir Amerikalının kaçırılması ve daha sonra
dört Amerikalının kaçırılması eylemlerinde gösterdiği
gözü pek tavrı ve kararlılığıyla THKO'nun varlığında büyük etken oldu.
23 Mart 1971'de Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesinde
THKO'lu militanlardan Mehmet Nakipoğlu'yla
beraber yakalandı. Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan'la
Ankara 1. No’lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi tarafından
9 Kasım 1971'de idam'a mahkûm oldu.
İdamlarin önlenmesi için gerek Meclis'te,
gerek kamuoyunda ve gerekse örgüt arkadaşları
tarafından çeşitli girişimlerde bulunulmasına rağmen
Yusuf Aslan ve Deniz Gezmiş'le birlikte 6 Mayıs 1972'de idam edildi.
Mezari L/17 Ankara/Karşiyaka Mezarliğinda bulunmaktadir.
HÜSEYIN INAN´IN YAKALANMASI
El-Fetih kamplarında yaptıkları yirmi günlük
bir eğitimden sonra Hüseyin ve 15 arkadaşı,
1 Şubat 1970 Pazar günü, Suriye sınırından gizlice
Türkiye'ye girer. Grubun bir kısmı Diyarbakır'a gelir.
Hüseyin İnan, Alpaslan Özdoğan ve Mustafa Yalçıner,
yanlarında getirdikleri silahları Diyarbakır
surlarında bir yere gömer.
Daha sonra Diyarbakır Tıp Fakültesi önünde
buluşmak için anlaşılır.
Fakat Tıp Fakültesi önüne geldiklerinde
fakültenin polis tarafından basılmış olduğunu gören
Hüseyin, Alp ve Yalçıner, Adana'ya gitmek için
Diyarbakır dışından bir benzin istasyonunda otobüse biner.
Hüseyin ile Alp, yan yana koltuklara, Yalçıner tek başına oturur.
Otobüs, Gaziantep yakınlarında bir yerde
jandarmalar tarafındandurdurularak aranır.
Hüseyin ile Alp, yan yana koltuklarda oturduğu için gözaltına alınır.
Yalçıner, şans eseri kurtulur ve Adana'ya gelir.
Yalçıner, daha sonra Ankara'ya gider.
Müfit Özdeş, Teoman Ermete ve Atilla Keskin ise
Malatya'da tren garında yakalanır.
Sonuçta, yakalananlardan
Hüseyin İnan, Atilla Keskin,
Teoman Ermete, Müfit Özdeş,
Ercan Enç, Alpaslan Özüdoğru,
Hamit Yakup, Ahmet Tuncer Sümer,
Kadir Manga, Ali Tenk, Bahtiyar Emanet
tutuklanır ve Diyarbakır Tutukevi'ne konur.
Filistin'den dönenlerden Mustafa Yalçıner, Ahmet Erdoğan
ve diger 3 kişi, yakalanamaz.
Fakat yakalananların Emniyet'te verdiği ifade nedeniyle
Mustafa Yalçıner ile Ahmet Erdoğan,
gıyabi tevkif kararı ile aranmaya başlanır.
Sinan Cemgil, Hüseyin İnan ve diğer gençler devrimci
mücadelelerini dağlarda sürdürme kararı alır,
gerekli malzeme 1970 Kasım ayında ODTÜ'den yola çıkar.
YUSUF ASLAN
"Ben halkımın bağımsızlığı ve
mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum.
Sizler, bizi asanlar
şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz.
Biz halkımızın hizmetindeyiz.
Sizler Amerika'nın hizmetindesiniz.
Yaşasın devrimciler, kahrolsun faşizm" ! olmuştur

(d. 1947 - ö. 6 Mayıs 1972) THKO kurucularından
olan ve 1972 yılında idam edilen Marksist-Leninist devrimcidir.
Deniz Gezmiş ve Hüseyin İnan'la birlikte idam edilmiştir.
Yozgat'ın daha önce Çekerek'e sonradan
Aydıncık ilçesine bağlanan Kuşsaray köyünde doğmuştur.
Bu köy Çerkez köyüdür. Orta öğrenimini tutucu eğilimlerle,
gelenekçi önyargıların güçlü olduğu bir çevrede tamamladı.
1966'da ODTÜ'ye girdi.
ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü'nün üyesi oldu,
Dev-Genç içinde çalışmaya başladı.
Bu dönemden itibaren önce hazırlık okulunda,
sonra da mühendislik fakültesinde
patlak veren boykotların ve hemen ardından
ODTÜ işgalinin önde gelen örgütçülerinden oldu.
İlk yargılanması CIA ajanı olduğunu iddiası ile
Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi Commer'in
arabasının yakılması eylemi nedeni ile gerçekleşti.
1969 yılında arkadaşlarıyla birlikte Filistin'e gitti.
Burada helikopter ve uçak pilotluğunu öğrendi.
Traktörden helikoptere kadar her türlü aracı
büyük bir ustalıkla kullanıyordu.
Yusuf Aslan, Deniz Gezmiş'le birlikte Nurhak'a
dağdaki gerilla grubuna katılmaya giderken,
Sivas Şarkışla'da yaralı olarak yakalandı.
Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde yargılandı.
6 Mayıs 1972'de Deniz Gezmiş ve Hüseyin İnan'la
birlikte idam edildi.
Mezarı L/17 Ankara/Karşıyaka Mezarlığında bulunmaktadir.
MAHIR CAYAN

Mahir Çayan
(14 Ağustos 1945 - 30 Mart 1972),
Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi lideri.
30 Mart 1972 tarihinde,
Tokat'ın Niksar ilçesine bağlı
Kızıldere Köyü'nde güvenlik güçleriyle
girdiği çatışmada dokuz arkadaşıyla
birlikte AGIR SILAHLARLA VAHSIHCE
öldürüldü sag kalmamalari icin
catismadan sonra ayrica herbiri tarandi.
HAYATI
Samsun doğumlu olan Mahir Çayan ortaokul
ve lise dönemlerini Haydarpaşa Lisesi'nde
İstanbul'da devam etti. 1963'de İstanbul
Ertesi yıl Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde
öğrenimine devam etti.
Bu dönemde TİP ve FKF'ye
(Fikir Kulüpleri Federasyonu) bağlı olan SBF
(Siyasal Bilimler Fakültesi) Fikir Kulübüne girdi.
1965'te bu kulübün başkanlığını da üstlendi.
1967'de kısa süreliğine Fransa'ya gitti.
Burdaki Sosyalist hareketlerin genel seyri ve içinde
bulundukları tartışmaları izledi.
1968'deki 6. filo eylemlerine İzmir'de katıldı
ve göz altına alındı.
Bu dönemde Türkiye İşçi Partisi (TİP) içinde başlayan
Mihri Belli'nin savunduğu Milli Demokratik Devrim
tartışmalarında Mahir Çayan ve daha sonra kurulacak
olan THKP-C'nin önder kadrolarıyla tartışmaların
içinde aktif şekilde bulundu.
Bu tartışma sürecinde TİP adına Zonguldak
Ereğlisi'nde çalışmalar yürüttü.
Bu geziden sonra ideolojik olarak Milli Demokratik
Devrim saflarında yer aldı. TİP ile olan temel ayrılığı
devrim sorunu olarak tarifler.
Fransa'da bulunduğu süreçte Latin Amerika silahlı
(fokoist) mücadelerinden etkilenmiştir.
TİP'i bu süreçte yasalcılıkla suçlamış.
Türkiyedeki devrim sürecinin ancak
silahlı bir mücadeleyle ve kendi özgül koşullarının
tespit edilmesiyle olabileceğini savunmuştur.
Bu görüşe daha yakın olan Türk Solu ve Aydınlık
dergilerinde yazılar yazdı.
bu dönemde yazdığı önemli yazıları
"Revizyonizmin Keskin Kokusu 1",
"Revizyonizmin Keskin Kokusu 2"
ve "Aren Oportünizminin Niteliği" dir.
31 Mart 1972 tarihli Hürriyet gazetesinin baş sayfası
1969 yılında Ankara'da yapılan ve adını DEV-GENÇ
(Devrimci Gençlik Fedarasyonu) olarak
değiştirdiği toplantıda Türkiye sosyalist hareketinin
seyrini değiştirmiştir. 1971 yılında yapılan TİP
kongresine katılmamış,TİP ve kendi çalışma
çevresinden öğrenci ve işçilerle birlikte bir
toplantı örgütlemiştir. Mihri Belli ile olan ayrılıkları
iyice ortaya çıkmış olmasıyla birlikte yolunu
Milli Demokratik Devrim (MDD) sürecinden ayırarak,
önce "genç subayların" askeri darbe yapmasını
beklemek yerine halk ihtilali için silahlı propaganda
faaliyetlerine başlamıştır. Bu ayrışmanın temel noktası,
aslında MDD tespitinin TİP yasalcılığının başka bir
versiyonu olduğu görüşüdür. O dönemde
Türkiye devrim Sürecini Kesintisiz Devrim I-II-III
broşürlerinde dile getirmiş. Türkiye'nin sahip olduğu
yapıyı oligarşi olarak tanımlamıştır.
Ek olarakta "Türkiye'deki geçmişe nazaran refah
seviyesinin artması ile birlikte devlet ve halk arasında
bir denge vardır." demiş ve bu dengeyi
Suni denge olarak adlandırmıştır.
Suni dengeyi de bozmanın ancak
silahlı mücadele ile olacağını savunmuştur.
Bu süreçte Münir Ramazan Aktolga ve Yusuf Küpeli ile
birlikte THKP-C'nin kuruluş çalışmalarını sürdürmüştür.
Örgütün diğer önemli isimleri arasında Ertuğrul Kürkçü,
İlhami Aras, Ulaş Bardakçı ve Hüseyin Cevahir vardı.
Şehir Gerillası modellini benimseyen Mahir Çayan
buna uygun bir silahlı eylemlerin planlanmasında ve
içinde bizzat bulunmuştur. Çalışmalarını sürdürmek
için Şubat 1971'de İstanbul'a geçen Mahir Çayan
burda da silahlı eylemlere devam etmiştir.
1 Haziran 1971'de kaldıkları evden kaçarken polisle
girdikleri çatışmada Hüseyin Cevahir ölmüştür.
Mahir Çayan yaralı olarak ele geçirildi.
Daha sonra arkadaşlarıyla birlikte Kartal-Maltepe Askeri
Cezaevi'nden kaçan Mahir Çayan bir süre İstanbul'da saklandı.
Ocak 1972 de THKO ile ortak eylem kararı alarak arkadaşları
ile birlikte Fatsa'ya geçti. Mart 1972'de Ünye radar istasyonunda
çalışan 3 ingiliz teknisyeni kaçırdılar ve karşılığında
THKO (Türkiye Halkın Kurtuluş Ordusu) önderleri
Deniz Gezmiş Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın
serbest bırakılmasını istediler.
Niksar'ın Kızıldere köyünde jandarmayla girdiği çatışmada
diğer arkadaşları ile beraber öldürülmüştür.
Çatışmadan sadece Ertuğrul Kürkçü sağ çıkmıştır.
Mahir Çayan'ın mezarı
Ankara Karşıyaka Mezarlığı L/3 adası 99 no'lu mezardır.
KATILDIGI SILAHLI EYLEMLER
12 Subat 1971'de Ankara'da Ziraat Bankasi
Küçükesat Subesi soygununa katıldı.
15 Mart 1971'de Türk Ticaret Bankası
Erenköy Şubesi soygununa katıldı.
4 Nisan 1971'de işadamları Mete Has ve Talip Aksoy'un
kaçırılıp 400 bin liralık fidye alınması eylemini
birlikte gerçekleştirdi.
17 Mayıs 1971 günü İsrail'in İstanbul Başkonsolosu
Ephrahim Elrom'un kaçırılması eylemini
Ulaş Bardakçı, Hüseyin Cevahir ve Oktay Etiman
ile birlikte gerçekleştirdi.
1 Haziran 1971'de polisin açtıgı ateş sonunda
Hüseyin Cevahir öldü. Mahir Çayan yaralı olarak ele geçti.
26 Mart 1972'de Ünye'deki Radar Üssü'nde çalışan
üç İngiliz teknisyeni kaçırdılar.
30 Mart 1972'de girdiği çatışmada öldürüldü
HARUN KARADENIZ

Harun Karadeniz
(1942, Giresun - 15 Ağustos 1975, İstanbul)
1960’lı yılların devrimci gençlik hareketlerinin
öncülerinden biridir.
1942 yılında Giresun’un Alucra İlçesine bağlı
Armutlu köyünde doğdu.
Yoksul bir çiftçi ailesinin oğludur.
1962’de İTÜ İnşaat Fakültesine girdi.
Öğrencilik yıllarında Öğrenci Derneği başkanlığı
ve İTÜ Öğrenci Birliği başkanlığı yaptı.
Kısa süre içinde anti-faşist oluşumların
militan kadrolarına girdi.
Birçok anti-emperyalist eylemin en ön saflarında,
boykotlarda, okul işgallerinde kitleleri
yönlendiren isimlerden biriydi.
Köylü ve işçi direnişlerinin içinde yer aldı.
Dönemin en büyük öğrenci yürüyüşü olan
"Özel okullar devletleştirmelidir" yürüyüşünde yer
aldı ve kampanyasında etkin rol oynadı.
Eğitim sistemindeki reformları gerçekleştirmek için
yapılan üniversite işgallerinden biri olan
İTÜ’nün işgalinde öncü oldu.
Altıncı Filo'yu Protesto Olaylarında
etkin rol oynadı ve bu eylemde
yakın arkadaşı Vedat Demircioğlu'nu kaybetti.
Ancak özelikle bu eylemle birlikte, dönemin diğer öğrenci
liderleriyle ve yakın arkadaşlarıyla fikir ayrılığına düştü.
Diğer öğrenci hareketi liderlerinden farklı olarak,
Gençlik hareketlerinin sınıf hareketinden
bağımsız olamayacağını
söylüyor ve öğrenci eylemlerini emekçilerle buluşturmak
için yoğun çaba sarf ediyordu.
12 Mart Darbesi (1971) sonrası
TKP ve Dev-Genç davalarından yargılandı.
Dev-Genç davasından tutukluyken
hapishanede ciddi bir hastalığa
yakalandı, tedavisine izin verilmedi.15 Ağustos 1975’de öldü.
CIHAN ALPTEKIN

Cihan Alptekin
(d. 1947 Rize, Ardeşen -
ö. 30 Mart 1972 Kızıldere)
THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu)
kurucu önderlerinden.
Temmuz 1969'da Filistin'e giderek El-Fetih kamplarında
diğer arkadaşlarıyla birlikte askeri eğitim aldı.
Türkiye'ye dönüşünden bir süre sonra yakalandı
ve hapse atıldı. Kasım 1971'de tutuklu bulunduğu
Maltepe Askeri cezaevinden THKP-C liderleri
Mahir Çayan ve Ulaş Bardakçı ile birlikte tünel kazarak firar etti.
Ocak 1972'de diğer THKO önderleri Hüseyin İnan,
Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan'ı idamdan kurtarabilmek
amacıyla THKP-C lideri Mahir Çayan'la Ankara'da
bir araya geldi ve ortak eylem kararı alındı.
Yapılan plan gereği THKO ve THKP-C Fatsa'da ortak karargah
kurdu ve Ünye'deki Nato üssünde görevli İngiliz Teknisyenler
kaçırılarak Kızıldere'ye götürüldü.
Rehinelere karşılık idamların durdurulması
talepleri kabul edilmedi. Kızıldere'de saklandıkları
yerin tespit edilmesinin ardından CIA koordinasyonuyla
gerçekleşen bir operasyonda, kıstırıldıkları
evde bombalanarak öldürüldüler. Kaçırılan NATO
elemanları açılan ateş sonucu Mahir Çayanlar ile
birlikte ölmüşlerdir. NATO görevlilerinin cesetlerinden
çıkan kurşunların bombardımanı yapanlara ait olduğu belirlenmiştir.
SINAN CEMGIL

Sinan Cemgil,
(d. 15 Kasım 1944, İstanbul – ö. 31 Mayıs 1971, Nurhak).
THKO örgütünün kurucularından.
COCUKLUK YILLARI
Türkiye’nin önemli aydınlarından Adnan Cemgil ve
Nazife Cemgil’in ikinci oğulları olarak 15 Kasım 1944’de
İstanbul’da dünyaya geldi.
Dedesi Cemal Bey Kurtuluş Savaşı sırasında Muğla Kuva-i Milliye
örgütünün başkanlığını yapmıştır.
Öğretmen anne-babanın çocuğu olarak iyi bir eğitim aldı.
Türk Barışseverler Cemiyeti'nin Menderes Hükümetini,
TBMM kararı olmaksızın Kore’ye asker göndermesi sebebiyle
protesto etmesi üzerine Adnan Cemgil’in aldığı hapis cezası
Sinan’ın henüz çocuk yaşta cezaeviyle tanışmasına sebep olur.
“Komünistler Moskova’ya!” bağırışlarını ise, aynı dava yüzünden
Yozgat’a sürgüne gönderilen annesinin yanında duyacaktır.
DEVRIMCI ÖNDER
1964’de Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ)
Mimarlık Fakültesi’ne girdiğinde siyasetle etkin
olarak ilgilenmeye başlar.
1965 yılında Bursa'daki TİP kongresinin yapılacağı
Saray Sineması önünde Komünizmle Mücadele Derneği
tarafından kışkırtılmış binlerce kişinin, kongre çıkışında
delegelerin üzerine saldırması sonucu babası
Adnan Cemgil yaralanıp hastaneye kaldırılır. Sinan,
Türkiye’deki açık şiddetle bu vesileyle tanışır.
1965 yılında çıkardıkları Dönüşüm dergisini satarken arkadaşı
Şirin Yazıcıoğlu ile birlikte gözaltına alınan Sinan Cemgil,
aynı yıl ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü’nün (SFK) kuruluşuna katılır,
bir süre genel başkanlığını yapar ve
Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) de üye olur.
1967 yılında ilkokul yapma amacıyla Muş’un Korkut ilçesine
giden ODTÜ kafilesinde yer alan Sinan, arkadaşlarıyla birlikte
halk kültürü üzerine de incelemelerde bulunur.
Bu incelemelerden geriye kalan, kafilenin diline
persenk olan Çift Jandarma türküsüdür.
Sinan’ın Amerikalı öğretim görevlisinin Yıllardan beri
ODTÜ'de İngilizce eğitim görüyorsunuz.
Nasıl İngilizce bilmezsiniz? sorusuna verdiği yanıt
bugünlere kadar gelmiştir:
“Biz, ODTÜ'de İngilizce üç kelime öğrendik: Yankee go home."
1968’le birlikte yoğunlaşan öğrenci eylemlerinde,
ODTÜ içindeki mücadelesi, sevilen kişiliği ve üstün
hitabet yeteneğiyle üniversitedeki hareketin doğal önderi olur.
ODTÜ’de Toplumcu Gurup içinde yer alır.
1968’de ODTÜ’deki boykota ve 1969’daki ODTÜ işgaline önderlik eder.
Toprak reformunun gerçekleştirilmesi istemiyle hazine topraklarını
işgal eden Elmalı köylülerini ziyaretinin Türkiye İşçi Partisi (TİP)
Genel Merkezi tarafından tepki ile karşılanması, TİP’ten istifasını getirir.
Sosyalist Devrim-Milli Demokratik Devrim tartışmalarında
Milli Demokratik Devrim’i savunsa da Hüseyin İnan’la
birlikte “Türk Solu” ve “Aydınlık” odaklı MDD yorumlarından
ve bu çevredeki tartışmalardan uzak durur ve farklı bir yol
açmak için arkadaşlarıyla birlikte harekete geçer.
1969 yılında Şirin Yazıcıoğlu ile evlenir.
Vietnam kasabı olarak bilinen Komer’in arabasını
yakanlardandır. Eylemde birlikte yer aldığı arkadaşı
Mustafa Taylan Özgür’ün İstanbul’da öldürülmesi
üzerine Ankara’da Atatürk Anıtı önünde toplanan kalabalığa,
aranıyor olmasına karşın şöyle hitap edecektir:
"Bir devrimci kardeşimiz polis kurşunu
ile kahpece öldürülmüştür.
Devrimci şehitlerin matemini tutacak
zamanımız yoktur. Devrimcilerin postunu
ucuza satmayacağız. Gün gelecek Türkiye'nin
bağımsızlığı ve kurtuluşu için gerekirse hepimiz
vurulacağız. Bunlar bizi korkutmuyor,
üzmüyor ancak kinimiz bileniyor.
Taylan Özgür'ün ardından matem tutmayacağız,
mersiyeler düzmeyeceğiz. O, 24 saatini devrime
adamış bir kişiydi. Yapılacak çok işlerimiz vardır,
İkinci Kurtuluş Savaşının ilk kurşunlanan
devrimcilerinden sonra bizler de düşebiliriz,
bunu korku değil varacağımız şerefli bir nokta
olarak kabul ediyoruz. Taylan, Komer'in arabasını
yakarak devrim için ilk kıvılcımı atmıştı.
Bu kıvılcım devam ettirilecektir.
Türkiye'de CIA artık bir adam temizleme
kampanyası açmıştır. Yılmıyoruz, korkmuyoruz."
1970 yılında doğan oğluna söz verdiği gibi arkadaşı
Taylan’ın adını verir.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu ve eylemler
1970 yılında,
Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Alpaslan Özdoğan,
Deniz Gezmiş ve Cihan Alptekin'le birlikte
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nun kuruluş
çalışmalarını yürütür. THKO'nun şehir gerillası
eylemlerinde yer alan Sinan Cemgil,
12 Mart 1971 muhtırasından sonra, arkadaşlarıyla
birlikte Ankara'yı terkeder ve Elbistan civarındaki
Nurhak Dağı'na çıkarak burada arkadaşlarıyla birlikte
THKO'nun gerilla kampını kurar.
Sinan Cemgil komutasındaki gerilla birliği,
planlandığı gibi Kürecik Radar Üssü'nü basmak
için harekete geçer.
ÖLÜMÜ
Kürecik Radar Üssü’ne yapacakları baskın öncesinde
Sinan Cemgil ve arkadaşları, İnekli Köyü muhtarının
ihbarı üzerine kuşatılır. 31 Mayıs 1971’de askerlerle
çıkan çatışmada atış menzili dışına çıkmış olan
Sinan Cemgil, yaralı arkadaşı Alpaslan Özdoğan’ı kurtarmak
için geri döner. Sinan Cemgil, Alparslan Özdoğan ve
Kadir Manga ile birlikte vurularak öldürülür.
Adıyaman Gölbaşı ilçesinde cenazeyi almaya giden
Sinan’ın annesi Nazife Cemgil, çevresini saran kadınlara
Sinanlar’ı şöyle anlatacaktır:
"Bu oğlum Sinan... Bunlar da onun arkadaşları
(Kadir ve Alpaslan), kardeşleri....
Onlar da oğullarım... Bu çocuklar, bu oğullar;
bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler.
Başka bir istekleri yoktu. Her biri birer dehaydı.
Her biri üstün zekalı birer güzel insandı.
Dileselerdi, düzenin adamları olsalardı,
şimdi burada cansız yatmazlardı.
Birer milyoner olurlardı.
Ama onlar, halkı, sizleri sevdiler.
Sizin sorunlarınızı omuzladılar. Size yalan söylüyorlar.
Onlar eşkiya değildi."
ERDAL EREN

Erdal Eren
(d. 25 Eylül 1964 - ö. 13 Aralık 1980),
12 Eylül Darbesi öncesinde bir askeri
inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle
hüküm giyen ve asılarak idam edilen
Türkiye Devrimci Komünist Partisi
üyesi ve Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi.
Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve
Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Sinan Suner,
30 Ocak 1980 tarihinde Milliyetçi Hareket Parti'li
Bakan Cengiz Gökçek'in koruması Süleyman Ezendemir
tarafından vurularak öldürüldü. Erdal Eren, Suner'in
öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü
düzenlenen gösteride gözaltına alınan 24 kişinin arasındaydı.
Gösteri sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge'yi
öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Erdal Eren, yargılanarak
19 Mart 1980 tarihinde idama mahkum edildi.
Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar,
13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Cezaevi'nde infaz edildi.
Erdal idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden
gazeteci Savaş Ay'a, "avukatıyla görüştürülmediğini,
18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini,
yaşının 18'den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi
yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen
jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside
yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun
diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını" söyledi.
Ağabeyi Erkan Eren, Erdal'ın Mamak Askeri Cezaevi'nde
tutuklu kaldığı dönemde gördüğü ağır işkencenin izlerine tanık
olduğunu dile getirdi. Erdal'ın idam edildiği tarihte yaşının
18'den küçük olduğunu belirten Erkan Eren, infazı radyodan
öğrendiklerini ve Erdal'ın kimsesizler mezarına gömülmek
istendiğini söyledi.
IBRAHIM KAYPAKAYA
 
İbrahim Kaypakkaya
(1949 - 18 Mayıs 1973), Türkiye Komünist Partisi
/ Marksist-Leninist'in kurucusu.
1949 yılında Çorum'un Sungurlu ilçesinin
Karakaya köyünde doğdu. İlkokulu bitirdikten sonra
Hasanoğlan Öğretmen Okulu'na girdi.
'Öğretmen Okulunun ardından İstanbul Çapa Yüksek
Öğretmen Okulu'na başladı.
Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi- Fizik Bölümü
öğrencisi olan Kaypakkaya, sol düşüncelerle burada tanıştı.
Mart 1968'de Çapa Fikir Kulübü'nün kurucuları arasında yer aldı.
Çapa Fikir Kulübü'nün başkanı olan Kaypakkaya,
6. Filo'ya karşı bildiri yayınladığı gerekçesiyle Kasım
1968'de okuldan atıldı.
FKF ve TİP içinde ortaya çıkan ayrışmada Milli Demokratik Devrim
(MDD) tezini savunan kesimde yer aldı.
İşçi-Köylü gazetesinin istanbul'daki bürosunda çalışan Kaypakkaya,
Aydınlık ve Türk Solu dergilerine yazılar yazdı.
Aydınlık içinde meydana gelen ayrışmada Doğu Perinçek'in başını
çektiği PDA kanadında yer aldı. 1972 yılına kadar PDA (TİİKP)
saflarında çalıştı ve DABK üyesi olarak görev yaptı.
Bu tarihte PDA ile yolları ayrıldı. Doğu Perinçek ve çevresinin
revizyonist ve oportünist olduklarını iddia eden Kaypakkaya,
ayrılık sonrasında TKP/ML-TİKKO'yu kurdu.
TKP/ML faaliyetlerinin yoğunlaştırıldığı Tunceli Çemişgezek
mezrasında Kolluk Güçleri tarafından bulunduğu köyün etrafı sarıldı.
Çatışma sırasında TİKKO'nun ilk komutanlarından Ali Haydar Yıldız
yaşamını yitirirken, Kaypakkaya yaralı olarak çatışma alanından
uzaklaştı. Beş gün sonra kendisinin kaldığı köydeki bir
öğretmenin ihbarıyla yakalandı.
Diyarbakır'da süren dört aylık sorgulama ve yoğun işkence
sürecinden sonra 18 Mayıs 1973'te işkence altında
hayatına son verildi.
İki gün sonra babasına intihar ettiği bildirildi ve cansız bedeni
teslim edildi. Ölümü dönemin bağımsız milletvekili
Mehmet Ali Aybar tarafından bir soru önergesiyle
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne (TBMM) getirildi.
Kaypakkaya'nın yazılarının toplandığı "Seçme yazıları"
adlı bir kitabı vardır."
FIKRI SÖNMEZ


Fikri Sönmez
(1938, Ordu - 4 Mayıs 1985), Ordu'nun Fatsa
ilçesinin belediye başkanlarından.
Fatsa'da Sosyalist bir yönetim kurduğu
gerekçesiyle askeri operasyon ile görevinden
alınmıştır.
1938 yılında Ordu'nun Kabakbağ köyünde doğar.
Ailesinin ihtiyacı üzerine ilkokuldan sonra bir terzinin yanında çırak
olarak çalışmaya başlar.
Fikri sönmez 60'lı yılların ortalarında TİP'e üye olur ve aktif olarak
görev alır. Dev-Genç saflarında 6.Filo'ya karşı düzenlenen gösterilere
katılır. 1970 ortalarında sol içinde ortaya çıkan yeni saflaşmalarda
Mahir Çayan'ın görüşlerine katılarak THKP-C saflarında yer alır.
1971-1972 yıllarında Mahir Çayan ve arkadaşlarının Maltepe Askeri
Cezaevi'nden kaçışlarından sonra, Karadeniz Bölgesi'ne geçmelerinde
ve bu bölgedeki ilişkilerinde ve eylemlerinde yardımcı olduğu
gerekçesiyle THKP-C Davasınin diğer sanıkları ile beraber
2 yıl kadar tutuklu olarak yargılanır ancak 1974 affıyla tahliye
olur.Giresun, Ordu, Samsun bölgelerinde aktif olarak komünist
gruplarla çalışır.
Belediye Başkanlığı
Fatsa Halk Şenliği Afişi
1978 yılından itibaren yasadışı sol gruplar
Fatsa'da duruma hakim olur. Bu ortamda Fikri Sönmez 1979 yılında
Fatsa ilçesi bağımsız belediye başkan adayı olur. Seçim sonrasında
Fikri Sönmez belediye başkanı seçilir. Seçildikten sonra Fatsa'yı
özelliklerine göre 11 bölgeye ayırarak halk komitelerini oluşturur.
İki ayda bir yapılan halk toplantıları ile de halkın belediye yönetimine
katkıda bulunmasına çalışılır.
Bu komitelerin üyeleri bu toplantılarda belediye çalışmalarını
denetliyor gerekirse komite üyelerini görevlerinden alıyorlardı.
Komitelerde belediye faaliyetlerinden başka içki, kumar sorunları,
kadının evde gördügu şiddet gibi diğer konular da ele alınmaya
başlanmıştı. Bu komitelerin gerçekleştirdiği önemli çalışmalardan
biri "Çamura Son" kampanyası idi. Kampanyanın ardından bir de
"Fatsa Halk Şenliği" düzenlenir. İlçe kısa bir süre içinde Sosyalist
Sol'un simgesi olurken sağcı basın organları ve politikacılar
tarafından da eleştirilere hedef olur.
11 Temmuz 1980'de ilçeye askeri operasyon düzenlenir.
Operasyondan önce Fatsa AP, CHP ve MSP İlçe Başkanlarının
yaptıkları "Fatsa'da komünist işgal yoktur.
Fatsa'da ateş ile barut yok, böylesine huzurlu bir yerde
olay çıkartmayı istemek niye?"
açıklamaları operasyonu durduramaz.
11 Temmuz günü gözaltına alınan Fikri Sönmez
4 Mayıs 1985 günü cezaevinde yaşamını yitirir.
Daha sonra, bir sosyalist yerel yönetim deneyimi
olarak görülen bu dönem yerli yabancı bir çok araştırmaya
da konu olur.
ERTULUR KARAKAYA

Ertuğrul Karakaya
(1955 - 8 Haziran 1977) 1977 ODTÜ'de Öğrenci
Temsilcilerinin örgütlediği boykotta
Güvenlik güçleri tarafından öldürülen devrimcidir.
Ankara Yüksek Öğretim Derneği, Devrimci Yol,
Devrimci Gençlik gibi örgütlerde yer almıştır.
Ertuğrul Karakaya
1955 Uşak'ın Eşme ilçesine bağlı Güney Köyü'nde
doğan Ertuğrul Karakaya'nın ailesi Salihli'ye göçer.
Annesi Ayşe Karakaya Salihli Devlet Hastanesi’nin
Kadın Doğum Servisi’nde hasta bakıcılık yapmaktadır.
Babası ise işsizdir. İlkokuldan sonra Darüşşafaka’nın sınavlarını
kazanıp İstanbul'da yatılı okumaya başlar.
Daha sonra ODTÜ'de
mühendislik öğrenimine başlar.ODTÜ Öğrenci Temsilciliği
Yönetim Kurulu sözcüsü iken 13 Şubat 1977'de Hasan Tan'ın
ODTÜ'ye rektör olarak atanması nedeni ile başlayan boykotta
sözcü olması nedeni ile öne çıkar. O dönemde ODTÜ'ye giriş ve
çıkışlarda Jandarmanın yaptığı rutin aramaların bir gruba
yapılmaması nedeni ile Öğrenci Temsilcileri ile jandarma arasında
tartışma çıkar. Jandarmanın zaten içeride olan temsilcilerin üstünü
aramak istemesine Ertuğrul Karakaya karşı çıkar. Karakaya'nın tekrar
okulun içine doğru koşması üzerine jandarma ateş açar. Ertuğrul
vurulur ve yere düşer. Yanına koşan jandarma üstüne bir de
Ertuğrul´ü süngüler. Gelen ambulans jandarma tarafından geri çevrilir.
Ertuğrul 45 dakika can çekişir. Ancak, Karakaya orada ölür.
Cenazenin Ankara'da yapılmasına izin verilmez. A1
On bin kadar güvenlik gücünün görev aldığı Salihli'deki cenaze
törenine yüz bine yakın kişi katılmıştır. O günden sonra ODTÜ'nün
giriş kapısı, Karakaya Kapısı olarak bilinir.
8 Haziran 2005’te arkadaşları ve ailesinin Ertuğrul Karakaya'nın mezarı
başındaki anma töreninde Ertuğrul Kaya'nın 73 yaşında ve görme
engelli annesi hakkında güvenlik kuvvetlerine silahlı direnme
göstermek suretiyle suç işleyen Ertuğrul Karakaya'nın ölüm
yıldönümü olan suç tarihinde umuma açık mezarlık içinde aleni olarak
işlenen suçu ve suçluyu övme iddiasıyla, TCK'nin 215/1 maddesine
göre 2 yıl hapis istemiyle Salihli Cumhuriyet Savcısı Seyfullah
Öselmiş tarafından dava açılmıştır. Davaya itiraz eden avukatlar
mahkemeden "Ertuğrul Karakaya"nın işlediği suçun ne olduğunu ve
hangi suçun övüldüğünü sormuştur ve mahkemece verilen yanıtta
Karakaya'ya ait bir suç olmadığı belirtilmiştir. Avukatlara verilen
yanıtta ayrıca Osman Özdemir'in Karakaya'nın katil zanlı olarak daha
önce yargılandığı ancak serbest bırakıldığı anlaşılmıştır.
Bu durumu ilk kez öğrenen avukatlar 28 yıl sonra davayı temize
götürmüşler ve serbest bırakılan sanığın yeniden yargılanmasını
talep etmişlerdir.
ULAS BARDAKCI

Ulaş Bardakçı,
tam adıyla Rasih Ulaş Bardakçı (d. 1947 - ö. 1972),
THKP-C, FKF, TİP, Devrimci Gençlik gibi örgütlerde
faaliyet gösteren, güvenlik kuvvetleri ile girdiği bir
çatışmada öldürülen devrimci.
Hacıbektaş'da doğar, ilk ve orta öğreniminden sonra ODTÜ'ye
girer ve burada devrimci fikirlerle tanışır, Sosyalizm'i benimser
ve FKF ve TİP içinde yer alır. Dev-Genç'in oluşumunda etkin bir
biçimde yer alır. 1970 sonlarında Mahir Çayan'la birlikte THKP-C'nin
kurulması çalışmalarında yer alır. THKP-C'nin ilk silahlı eylemlerine
katılır. Mayıs 1971'de, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının hapisten
salıverilmelerini istemişlerdir. İsrail Baş Konsolosu Ephraim Elrom'u
Mahir Çayan ile birlikte kaçırırlar. Taleplerinin yerine getirilmemesi
üzerine Ephraim Elrom'u öldürürler. Başlatılan Balyoz Harekâtı
sırasında yakalanır. Kasım 1971'de askeri cezaevinden firar eden beş
devrimciden biridir. Kaçtıktan sonra İstanbul'da devrimci faaliyetlerini
sürdürür. 19 Şubat 1972 günü kaldığı ev kuşatılır ve güvenlik güçleri
ile girdiği çatışmada öldürülür. Çoğu kişinin adının Ulaş olmasının
nedenidir.
Ulaş Bardakçı için yazılan Ulaşa Ağıt adlı şarkı
Hele Ulaş'a Ulaş'a
Ulaş benzerdi güneşe
Ulaş gardaş can veriyor
Yüreğim düştü ateşe.
Ulaş'ın elinde mavzer
Mavzeri türküye benzer,
Bizimkiler böyle ölür
Böyle ölür bizimkiler
Tohumlar düştü toprağa
Donandı yeşil yaprağa
Kurban olam kurban olam
Seni yaratan toprağa.
AHMET SANER
 
Ahmet Saner
(1959, Trabzon - 25 Haziran, İstanbul 1981)
Trabzon, Akçaabat doğumlu olan Ahmet Saner,
Devrimci mücadeleye THKP-C ye duyduğu sempati
ile adımını atmıştır.
MLSPB örgütü üyesi olarak, 70'li yılların sonuna doğru İstanbul
Devrimci Ortaöğrenim Derneği, İstanbul Ortaöğretim Derneği,
İstanbul Yurtsever Devrimci Öğrenim Derneği, ve
İstanbul Demokratik Gençlik Derneği gibi oluşumların kuruluşunda
ve örgütlenmesinde aktif rol oynadı.
Türkiye'de görevli CIA ajanlarından Amerikalı subay Sam Novello
ve onun Türkiye bağlantısı olan Ali Sabri Baytar'ın öldürülmesi
eylemini gerçekleştirdi. 16 Nisan 1980' de Etiler' de gerçekleştirilen
bu eylemden sonra diğer militan arkadaşları ile birlikte
yakalandı.Yaralı ele geçirilen Hakkı Kolgu kaldırıldığı hastanede öldü.
Ahmet Saner ise, diğer arkadaşı ile birlikte tutuklandı . 12 Eylül
cuntasının askeri mahkemesinde idam cezasına çarptırıldılar.
Öldürülen kişi CIA görevlisi olduğu için yargılanmaları ABD'nin
baskısıyla MLSPB ana davasından ayrılarak hızlandırıldı ve kısa sürede
idam cezası aldılar. 25 Hazıran 1981' de idam edildiler.
HIDIR ASLAN

Hıdır Arslan
1958 - 1984 Devrimci, Devrimci Yol üyesi.
Hıdır Arslan 1958 yılında Tunceli'nin Hozat ilçesinde
doğar. Derslerindeki başarıları nedeni ile lise eğitimi
için ailesi tarafından Ankara'ya, abisinin yanına
gönderilir. Lise yıllarında Lise-Der'de faaliyet
göstermeye başladı. Bu yıllarda tutuklanarak 7 ay
cezaevinde kalır. 1980'de İzmir'de yakalanarak Buca
Cezaevi'ne gönderilir. 4 yıl süren yargılamalardan
sonra 25 Ekim 1984'de Burdur Cezaevi'nde idam
edilir.
SINAN KUKUL
Sinan Kukul(d. 1956 Trabzon, Beşikdüzü - ö. 16 Nisan
1992 İstanbul)
Devrimci Sol (Dev-Sol) örgütünün kurucu önderlerinden biriydi.
1974 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi'nde Devrimci Yol taraftarı
olarak siyasi hayata atıldı. 1977'de İstanbul Yüksek Öğrenim Derneği
yönetim kuruluna seçildi. İstanbul Devrimci Gençlik genel sekreteri
oldu. Devrimci Sol grubunun Devrimci Yol'dan ayrılması sırasında
önemli rol oynadı. Aralık 1980 tarihinde tutuklandı. Davutpaşa, Metris
Askeri Cezaevleri, Sağmalcılar Özel Hücre Tipi Cezaevi ve
Bayrampaşa Kapalı Cezaevi'nde kaldı. Devrimci Sol ana davasında
yargılandı. Örgütün siyasi savunmasının hazırlanmasında önemli bir
rol oynadı. 2 Ocak 1990 tarihinde cezaevinden firar etti. 16 Nisan 1992
tarihinde Üstbostancı'da yapılan bir polis operasyonu sonucu
bulunduğu hücre evinde öldürüldü.
HASAN YALCIN
Hasan Yalçın (d. 1944 – ö. 29 Ağustos, 2002) 68 Gençlik
Hareketi önderlerinden.
1944 yılında Konya’nın Hadim ilçesinde doğdu. İstanbul Teknik
Üniversitesi Elektrik Mühendisliği okudu. Üniversitede 1966 yılında
Talebe Cemiyeti başkanı seçildi. 1967 yılında ise İstanbul Teknik
Üniversitesi Talebe Birliği'ne başkan seçildi. Başkanlığı yıllarında
henüz açılan özel okulları protesto etmek için İstanbul’da n Ankara’ya
kadar 441 kilometre yürüyen gençlik kitlesine öncülük edenlerdendir.
Amerikan 6.filosunun Türk limanlarına gelişi sırasında gelişen anti-
emperyalist gençlik hareketlerinin yer aldı. 1965’ten sonra sosyalist
ideoloji benimsedi. Sosyalist gençlerin örgütlenmesinde rol aldı.
İstanbul- Ankara yürüyüşüne katılan İTÜ öğrencisi devrimci gençlerin
illegal, “Eylem Birlikleri” ‘nde örgütledi. Fikir Kulüpleri
Federasyonu’nun üyesi oldu. 1969’da bu örgütün Genel Yönetim
Kurulu üyeliğine seçildi. Türkiye İşçi –Köylü gazetesinde yazılar
yazdı.Milli Demokratik Devrim görüşünü savunan devrimcilerin
bölünmesinde Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) dergisi etrafında kaldı.
Bu derginin yazı kurulunda çalıştı 1969’da kurulan Türkiye İhtilalci İşçi
Köylü Partisi’nin ilk üyelerinden ve Merkez Komite üyesi,
12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra aranmaya başladığı için gizliliğe
geçti. Aynı yılın Kasım ayında tutuklandı. Devrimci faaliyeti açılan
davalarda 30 yılı aşkın hapis cezasına çarptırıldı. Üç yıl hapiste kaldı,
çıkarılan genel aftan yararlanarak dışarı çıktı. 1974’ten sonra Aydınlık
dergisinde, Halkın Sesi dergisinde, Aydınlık gazetesinde çalıştı.
Mustafa Kemal yürüyüşü posteri.
1968-1971 yılları arasında Türkiye Elektrik Kurumu'nda çalıştı.
1978’de Doğu Perinçek ve diğer arkadaşlarıyla birlikte Türkiye İşçi
Köylü Partisi’nin kuruluşuna katıldı. Bu Parti’nin Başkanlık Kurulu
üyesi oldu. 1980 12 Eylül darbesinden sonra aranmaya başladı.
Arandığı sırada Ufuklar isimli devrimci dergiyi arkadaşlarıyla birlikte
çıkardı. Dergi 16 sayı çıktıktan sonra sıkıyönetim tarafından kapatıldı.
Hasan Yalçın 1982 Ağustos’unda tutuklandı 1986 Nisan’ına kadar
cezaevinde kaldı. Türkiye İşçi Köylü Partisi hakkında açılan davada
yargılandı, 141. Maddeden dolayı 8 sene hapis cezası aldı. Cezasını
çekip serbest kaldıktan sonra 2000’e Doğru dergisinde görev aldı.
Bu derginin Ankara Temsilciliğini yaptı. 1991 yılında 141. maddenin
kalkması üzerine siyaset yasaklarından kurtuldu. Temmuz 1991’de
yapılan Sosyalist Parti Genel Kurulu’nda bu Partinin Merkez
Komitesi’ne seçildi. Sosyalist Parti kapatıldıktan sonra kurulan
İşçi Partisi’nin Genel Başkan Yardımcılığı görevini üstlendi.
29 Ağustos 2002 tarihinde kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti.
TAYLAN ÖZGÜR

Taylan Özgür
emekli bir binbaşının oğluydu. ODTÜ öğrencisiydi.
1969 yılının 23 Eylül günü İstanbul Üniversitesi
öğrenci birliğinin Beyazıt'taki kongresi sırasında
arkadan POLIS TARAFINDAN öldürülmüstür.
Görgü sahitlerine rahmet cinayeti ört bas edilmistir
suclular cezalandirilmamistir TÜRKIYENIN ilk faili
mechul cinayetlerindendir.
O yıla kadar belli bir noktada tutulan şiddet, Vedat
Demircioğlu ve Taylan Özgür cinayetlerinden sonra
birden dozunu artırmış ve 70'lerin başında 12 Mart'la
sonuçlanacak kanlı perde böyle açılmıştı.
**** DEVRIMCI MEKTUPLARI ****
Karanlıkta Işıktır Onların Son Sözleri.....

Baba,
elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış
bulunuyorum.
Ben ne kadar üzülmeyin desem de üzüleceğinizi
biliyorum.
Fakat bu durumu metanetle karşılamanızı istiyorum,
insanlar doğar,
büyür, yaşar, ölürler, önemli olan çok yaşamak değil,
yaşadığı süre
içinde fazla şeyler yapabilmektir.
Bu nedenle ben erken gitmeyi normal karşılıyorum ve
kaldı ki, benden
evvel arkadaşlarım hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt
etmemişlerdir.
Benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın, oğlun ölüm
karşısında aciz
ve çaresiz kalmış değildir, o bu yola bilerek girdi ve sonunun
da bu olduğunu
biliyordu, seninle düşüncelerimiz ayrı ama beni anlayacağını
tahmin ediyorum.
Sadece senin değil Türkiye’de yaşayan Türk ve Kürt halklarının
da anlayacağına inanıyorum.
Cenazem için avukatlarıma gerekli talimatı verdim.
Ayrıca savcıya da bildireceğim.
Ankara’da 1969’da öldürülen arkadaşım Taylan Özgür’ün yanına
gömülmek istiyorum.
Onun için cenazemi İstanbul’a götürmeye kalkma, annemi teselli
etmek sana düşüyor,
kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum, kendisine özellikle
tembih et, onun bilim adamı
olmasını istiyorum, bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle
uğraşmak da bir yanda insanlığa
hizmet etmektir.
Son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı
belirtir, seni annemi, ağabeyimi
ve kardeşimi devrimciliğimin olana ateşiyle kucaklarım.
Oğlun Deniz Gezmiş
Gitme vakti gelmişti. Deniz avukatlarına dönerek veda etti.
Çevresini aı bir gülümsemeyle süzdü ve avludaki sehpaya
doğru metin adımlarla yürüdü.
İdam gömleğinin dar olması ve ellerinin bağlı olması nedeniyle
sehpaya destekle çıktı. Sehpada üç ayaklı bir tabure vardı.
Deniz ona da çıkıp ilmeği boynuna kendisi geçirmeye çalıştı.
İlmeği boynuna geçirdiğinde, seyredenlerden bazıları,
cellada başlarıyla tabureyi çek işareti veriyordu.
Deniz birden şafağı daha sökmemiş bu bahar sabahının,
serin sessizliğine doğru yankı veren bir sesle bağırmaya başladı:
“YAŞASIN TÜRKİYE HALKININ BAĞIMSIZLIĞI,
YAŞASIN MARKSİZM-LENİNİZMİN YÜCE İDEOLOJİSİ,
YAŞASIN TÜRK VE KÜRT HALKLARININ BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİ,
KAHROLSUN EMPERYALİZM!”
...
6 Mayıs 1972, Ankara
Gece 01.25

Babama, anneme,kardeşlerime ve yakın arkadaşlarıma,
Söyleyecek fazla söz bulamıyorum.
Bir insanın sonunda karşılaşacağı tabii sonuç bildiğiniz
sebeplerden dolayı erken karşıma çıktı.
Üzüntü ve acınızı tahmin ediyorum.
İleride durumu çok daha yakından anlayacağınız inancındayım.
Metin olunuz.
Üzüntü ve acılarınızı unutmaya çalışınız.
Bütün varlığımla hepinize kucak dolusu selamlar, sevgiler!..
Yazılacak çok şey var, fakat hem mümkün değil, hem de sırası değil.
Candan selamlar..
Hüseyin'e beyaz idam gömleği giydirildi.
Hüseyin avukatlarına veda etti ve çevresine dönerek
"Bu mücadele bizimle bitecek mi?" dedi.
Daha sonra beyaz gömleği içinde sehpaya doğru dik ve
metin adımlarla yürüdü. Sehpaya çıktı, tabureye çıkmadı.
Son sözlerini tabureye çıkmadan, ilmiği boynuna takmadan
bağıracaktı... Aceleci sesin sahibine adeta, sessizce oyun bozanlık
etmişti...
Hüseyin saat sabahın 03.00'ünde, şafağın sökmeye sabırsızlandığı bir
sırada, son karanlığında gecenin, sehpanın üstünde bağırarak karanlığa
karşı şunları söyledi.
BEN ŞAHSI HiÇBİR ÇIKAR GÖZETMEDEN,
HALKlMIN MUTLULUĞU VE BAĞIMSIZLIĞl İÇİN SAVAŞTIM.
BU BAYRAGI BU ANA KADAR, ŞEREFLE TAŞlDIM.
BUNDAN SONRA BU BAYRAGI
TÜRKIYE HALKıNA EMANET EDIYORUM.
YAŞASIN İŞÇİLER, KÖYLÜLER
YAŞASIN DEVRİMCİLER,
KAHROLSUN FAŞİZM...I"
Bu son sözlerinden sonra Hüseyin, boynunu ilmiğe geçirdi
ve ayağının altındaki tabureyi bir iki tekmeyle devirip,
kendi infazını yaptı.
İnce dal bedeni boşluğa düştü...
İleri geri sallanıp döndü...
Deniz Yusufla bir kez daha buluştu...
...
6 MAYIS 1972 Ankara Gece 03.00

2 Mayıs 1972
Mamak- Askeri Cezaevi
Bütün akrabalara,
Bu mektubumu okuduğunuz zaman, artık aranızda olmayacağım.
Mektubumu, senatonun idamlarımızı onayladığını öğrendiğim
anda yazıyorum.
Şundan emin olmalısınız ki; bugüne kadar davama olan inancım
sarsılmamıştır.
Sehpaya gidene kadar da en ufak bir sarsılma olmayacaktır.
Ben halkımın kurtuluşu, Türkiye'nin tam bağımsızlığı için savaştım.
Sizler beni tanıyorsunuz. Bir yıldan beri, bu bir avuç sömürücüler,
vatan
satıcıları, işbirlikçiler; ellerindeki bütün imkanlarla, bizi dışandan
yardım gören,
beyinleri yıkanmış, vatan haini, dışardan emir alan, bölücü,
anarşist diye
tanıtmaya ve halkımızdan bizi koparmaya çalıştılar.
Bu bir avuç azınlığa göre vatanseverlik; vatan satmak,
yabancılarla işbirliği
yapmak, NATO'yu, Amerika'yı savunmak, 6. Filotyu ağırlamak,
milyonlarca
köylünün geçimi olan haşhaş ekimini elinden almak,
işçinin grev hakkını
engellemek, Amerika'ya ve emperyalizme hizmet etmektir.
Biz bunlara karşı çıktık. Bunun için; biz vatan haini, onlar
vatansever oldular.
Bizi, bu mücadelemizden dolayı, güya adil mahkemelerinde
yargılayan ve yine
adil kurumlann eli ile asacak olanlar bilmelidirler ki; biz halkımızın
kurtuluşu ve
Türkiye'nin bağımsızlık mücadelesi uğruna, şerefimizle
bir defa öleceğiz.
Bizi asanlar ve astıranlar ise; her gün bin defa öleceklerdir.
Son sözüm:
Yaşasın işçiler, köylüler!
Yaşasın Devrimciler!
Yaşasın halkımın kurtuluşu ve bağımsızlığı için savaşanlar!
Yaşasın tam demokratik Türkiye'nin kurulmasından yana olanlar!
Kahrolsun emperyalizm!
Kahrolsun Sunay, Erim, Tağmaç, faşist koalisyonu.
Yusuf avukatlarıyla vedalaşıp güler bir yüzle idam
sehpasına doğru yürüdü.
Masaya ve tabureye çıktı.
İlmiği boynuna geçirmişti ki gür bir sesle bağırarak şöyle dedi:
"BEN HALKIMIN BAĞIMSIZLIĞI VE MUTLULUĞU İÇİN
ŞEREFİMLE BİR DEFA ÖLÜYORUM. SİZLER, BİZİ ASANLAR
ŞEREFSİZLİĞİNİZLE HER GÜN ÖLECEKSİNİZ. BİZ HALKIMIZIN
HİZMETİNDEYİZ. SİZLER AMERİKA'NIN HİZMETİNDESİNİZ.
YAŞASIN DEVRİMCİLER, KAHROLSUN FAŞİZM..!"
...
6 Mayıs 1972 Ankara, Gece 02.25

Sevgili annem, babam ve kardeşlerim;
(...)
Düşüncelerimi bu mektupla anlatmaya çalışacağım.
Şu anda ne durumda olacağınızı tahmin ediyorum.
Ama çok açıklıkla söylüyorum ki benim moralim çok
iyi ve ölümden de korkum yok.
Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını
çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa
kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için
onur duyuyorum.
Böyle düşünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan
inancımdan gelmektedir.
Ölümden korkmadığımı söylemem, yaşamak istemediğim,
yaşamaktan bıktığım şeklinde anlaşılmamalı.
Elbette ki hayatta olmayı ve mücadele etmeyi arzularım.
Ancak karşıma ölüm çıkmışsa, bundan korkamam, cesaretle
karşılamam gerekir.
Anne, baba ve evlat arasında sevgi çok güçlüdür,
kolay kolay kaybolmaz. Ve evlat acısının da sizin için ne
derece etkili olacağını biliyorum.
Şunu bilmenizi ve kabul etmenizi isterim ki, sizin binlerce evladınız var.
Bunlardan daha niceleri katledilecek, yaşamlarını yitirecek ama yok
olmayacaklar.
Mücadele devam edecek ve onlar mücadele alanlarında yaşayacaklar.
Sizlerden istediğim bunu böyle bilmeniz, daha iyi kavramaya çaba
göstermenizdir.
Zavallı ve çaresiz biriymişim gibi ardımdan ağlamanız beni yaralar.
Bu konuda ne kadar güçlü, ne kadar cesur olursanız, beni o kadar
mutlu edersiniz.
Hepinize özgür ve mutlu bir yaşam dilerim.
Devrimci selamlar.
Oğlunuz ERDAL
Avukat Nihat Oktay anlatıyor;
"Erdal Eren gülümseyerek bize göz kırptı ve dimdik
sehpaya yürüdü. Sehpaya çıktığında avludaki sessizlik
daha da derinleşti. İpi boynuna geçirildi ve Erdal Eren'in
bu sessizliği yırtan sesi duyuldu: 'Kahrolsun Faşizm,
Yaşasın TDKP!'
ve sehpayı çektiler.
...
13.12.1980 Ankara Gece 02.55

Ümit Kurt anlatıyor;
«Veysel'in kapısını açtılar. Bu arada bir sessizlik oldu.
Daha doğrusu alçak sesli bir konuşma olmuştu biz duymamışız.-
Cezaevi müdürü de gelmiş, o konuşmayı duyan arkadaşlann anlattığına
göre Yüzbaşı Veysel'e 'sonun geldi' diyor.-
Ve birden Veysel'in gür sesi koridorda yankılandı.
Çok gür bir sesti:
' Yeniden dirilip döneceğiz er meydanlarına I Tarihin kon...9
dedi ve ağzını hemen kapattılar. Ağzını neyle nasıl kapattılar bilmiyoruz.
Ve çıkarıp götürdüler."
Hücre bölümünden çıkarttıklarında çok sakindi.
Bizim koridora çıkar çıkmaz
1 Kahrolsun Faşizm/Kahrolsun Faşist Diktatörlük!?
sloganlarını attı.
Ama hemen ağzını kapattılar.
Ağzı kapatılmasına rağmen o yine de bir şeyler söylemek için direniyordu.
' Savaş sloganlanmız dilden dile, silahlanma elden ele dolaşacaksa* dedi
ve hemen yine ağzını kapattılar."
Bir gardiyan da o geceyi Aydın Kığılı'ya şöyle anlatmıştı:
"... Veysel infaz bahçesine getirildiğinde başı dimdikti.
Üzerinde infaz kıyafeti yoktu. Sivil giysiler vardı.
Kendisinden son isteği sorulduğunda
' Benim sizlerden bir isteğim olamaz dedi.
Darağacına yürü denmesine fırsat bırakmadan, başını önüne eğmeden en
küçük bir tereddüt göstermeden yürüdü.
Sehpaya çıktı. Cellat boynuna ipi geçirmeye hazırlandığında
Sehpaya kimse dokunmasın diye uyardı.
Ardından da öyle bir bağırdı ki, yer gök inledi.
Ne dediğini anlayamadık bile.
Slogan bitince cellada ipi boynuma geçir dercesine baktı.
Boğazına ilmek geçirildi.
Cellat, Veysel'in isteğine uyarak sehpadan uzaklaştı.
Kanımız donmuş gibi pür dikkat onu izliyorduk.
Üzerine bastığı sehpaya ayağıyla vurdu. İnfazını kendisi gerçekleştirdi."
....
*Veysel Güney'in okuduğu yarım kalan şiir şöyle:
YENİDEN DİRİLİP DÖNECEĞİZ ER MEYDANLARINA
TARİH KÖHNE DÜZENİN CELLATLARINI AFFETMEYECEK
GEREK KALMAZ SAVAŞ İLANLARINA
ELLERİMİZ FAZLA LAF ETMEYECEK
...
11.06.1981 Gaziantep Gece

Kazım Aslan
Aydın
Sultan
CAN ABİM;
(...)
Yaşamak bir türküyse bunu bu türküyü en güzel biçimiyle söylemeye çalıştım. Zafer şarkısının söylendiği günler de gelecek. Kısa da olsa onurlu yaşamanın yolunu seçtiğim için mutlu gidiyorum. Iyi güzel şeyler uğruna yaşanıyorsa her şey katlanılamayacak şey yoktur. Ölüm bile basitleşiyor. Anlamlıysa ölüm yaşamak kadar güzeldir.
(...)
İyiden güzelden yana olun. Budur istediğim.
Tüm dostlara dost yüreklilere sevgimin sıcaklığını iletin. Utançsız onurlu gidişimi. Üzülmek acımak hiç kimseden beklemediğim şeydir.
Bana yapılacak en büyük kötülük bu olur. İnsan onurla yaşamasını bilir, bilmeli. Güç de olsa...
Benim üzerimde büyük emekleriniz var. Ödenemeyecek kadar büyük. Senin ve ötekilerin. Siz, emeğin tüm temsilcilerine, dünyadaki tüm emekçi, onurlu, güçlü insanlara layık olabilmenin yolunu seçtim. Yapabileceğim her şeyi yapmamış olsam da bu görevi yapacak yeni insanlar topraktan fışkırıyor. Yüreğimin tüm sevgisiyle, tüm onurlu güçlerimle seni, sizi hepinizi kucaklar doyasıya öperim.
Güçlü olun. Başı dik olun.
O güzel günlerde tekrar yanınızda olacağım.
Amcanız, kardeşiniz,dostunuz
Kardeşin Hıdır
Hıdır sehpaya çıkmadan önce gözlerinin bağlanmasına karşı çıktı ve bağlatmadı. Sehpaya çıktığında bir slogan daha attı.
Karşısındakiler pür dikkat onu izliyorlardı.
Ve ipi boğazına geçirdikten sonra sehpaya bir tekme attı. Öylece kaldı ipte.
Yüzü duruşu değişmedi.
Ipte kalışı uzadı ve vücudu
Sarktı... Sarktı... Sarktı...
...
25.10.1984 Burdur Sabah

Yaptıklarımdan hiçbir zaman pişmanlık duymadım. Şunu bilin ki dünyaya gelirsem aynı mücadeleleri aynı şeyleri bir daha yaparım. Onun için kimsenin üzülmesini istemiyorum. Kimse üzülmesin. Ben pişman değilim. Amerikan emperyalizmine ve onun uşaklarına karşı mücadele verdim. Verdiğim mücadele doğru bir mücadeleydi. Bundan dolayı üzüntü duymuyorum."
"Demir kapı açıldı.
Ahmet Saner, gür sesiyle gerilla marşını okuyarak kürsüye doğru yürüdü. Ağzını asker tuttuğu sırada, askere bir kafa vurdu.
Hiç kimse mani olamadı.
Ağır, vakur adımlarla kürsüye yürüdü...
Geldi. Marşını bitirdi...
Savcı kendisine iddianameyi okudu. 'Bir diyeceğiniz var mı?'dedi.
Ahmet 'Bizi asanlar şunu bilsinler, kendileri de bir gün asılacaklardır. Pardon asılmayacaklar, hepsi teker teker gebertileceklerdir.' dedi." İçeriden gelen bağırtı ve marş sesini duyduğunda Ahmet'in dayısı olanları daha iyi anlayabilmek için, kapıya daha çok dayandı. Kalabalığın bir kısmını görebilmişti. Konuşma gürültüler ve bağrışmalar ilerleyerek bir noktada toplanmıştı.
"Ve sandalyeye çıktı.
Nebi sehpaya yakın vaziyetteydi.
Bir telaş başladı. İpi boynuna geçirdiler. Ahmet etrafa baktı.
Fakat o sırada bir aksilik var. Cellat kendi kendine söyleniyordu.
Cellat diyordu ki, 'Burada ipin bağlanacağı yer yok.’
Ahmet bunları duyunca gülerek 'Dikkat edin! Bir yerlerinizi sakatlayacaksınız’ dedi.
Nebi, bunun üzerine büyük bir kahkaha kopardı. Herkes bembeyaz!.. Şaşkın vaziyetteler... EI ayak her şey çekildi...
Ahmet etrafa bakıyor, bütün herkesi izliyor en son Nebi'ye baktı.
Sonra döndü, gözlerimin içine baktı... Bir taraftan sandalyeyi tutuyorlar... Ahmet, gözlerimin içine bakıyor. O an, bir saniye meselesi. Gözlerimi 'evet' şeklinde salladım... Ve... Bir tekme!...
Sandalye, albayın suratında patladı.
Ahmet sandalyeye kendisi tekme vurdu ve cellat sandalyeyi çekecek fırsatı bile bulamadı...
"Ahmet, bir salıncakta eğlenen güzel bir çocuk gibi sallanıyordu. "Sallandı...
"Sallandı...
"Omzunu silkelercesine üç kere kaldırdı. Ve 'oh!' diye bir ses... 'oh!' dedi."
…
25.06.1981 İstanbul Gece

(...)
Benim için üzülmene ve düşünmene gerek yok.
Ben yaptığımdan rahatsız değilim.
Ve buraya düştüğümden dolayı ise hiç mi hiç pişman değilim.
Çünkü ne yaptımsa doğru bildiğim için yaptım.
Ama suçsuz olduğum bir meseleden düştüm.
Böyle olmasına rağmen beni yargılayanlar halkın menfaatlerini savunduğumun ve o uğurda her zaman mücadele vereceğimi bildikleri için bana bildiğin ve herkesin bildiği cezayı bastılar pişman değilim ve hiçbir zaman pişman olmayacağım.
Doğru olan ve doğru olarak bildiğim halkımın menfaatine olacak her şey için her zaman ölüme hazırım. Benim için önemli olan zor da olsa doğru olan şeyi yapmaktır. ...
"Son bir isteğin var mı?
'Benim bu düzenden isteyeceğim hiçbir şey yoktur' dedi Ali ve yürüdü. Avlu sarı ve ölgün ampul ışıklarının altında karanlıktı.
Oysa yukarıdaki gökyüzü üzerine bir giysi gibi giydirdiği karlarıyla Torosların başına oturmuş parlak ve çıplak bir ayazdı.
Ayağında bot üzerinde cezaevinin kısa ve tek tip elbisesi vardı.
Beyaz önlüğünün altında elleri kelepçeliydi. Öylece yürüdü.
Asker ve gardiyanların aralanndan geçerek sandalyeye çıktı ve gür sesiyle bağırdı.
'Ben insanların mutluluğu için çalıştım,
mutluluğu için de ölüyorum...'
'Kahrolsun Askeri Faşist Diktatörlük!'
'Yaşasın Devrim !
Yaşasın Sosyalizm...!'
Bütün söyleyecekleri bu kadardı.
Sonra bir kuğu gibi başını uzattı ipe.
Devlet koca Adana'da yine kendi deyişiyle pis bir çingene bulamamıştı. Mustafa Özenç'de olduğu gibi yine gardiyan Mehmet Selçuk uzandı ipe ve geçirdi Ali'nin boynuna. Ve işte bir devrimcinin en yürekli, en bilinçli anıydı. Daha onlar yönelmemişken ayağı ile vurdu altındaki sandalyeye. İp sarktı. Darağacı gıcırdadı.
Avludaki sessizlik ortamında bir bu ses vardı.
Çukurova, Adana, İskenderun susmuştu.
Höyük köyü susmuştu.
Ali ipin ucunda bir kolye gibi gidip geliyordu.
Cezaevinin duvarları Toroslar gökyüzü bakışa kaldılar öylece...
Ali Aktaş 23 Ocak 1956'da doğdu.
...
Doğum gününde 23 Ocak 1983 Yılında Adana'da asıldı!
Sabah 07.02

Sevgili anneciğim ve babacığım;
(-)
Bence yaşam bir idealle birleşince güzelleşir. Benim idealim halkımın mutluluğu, yurdumun bağımsızlığıdır. Bu idealin gerçekleşmesi için canımı ortaya koyarak mücadele ettim. Bencil duygulardan kendimi arındırmaya çalıştım, başarılı olduğuma inanıyorum. İki üç senedir sizlerden ayn yaşadığımı sizlere pek yardımımın olmadığını düşünüp kızabilirsiz. Ama ben sizi yoksul ama onurlu halkım kabul edip, benim canım halkım için feda olsun dedim. Ömür boyunca siz ve sîzin gibilere layık olmaya çalıştım. Bunun kavgasını verdim. Bu kavgayı verirken de bazı nedenlerden dolayı tek başına kaldığım oldu. Fakat halkıma olan sevgim, düşmanlarıma olan kinimi hiç kaybetmedim. Bu duygular beni ayakta tuttu. Bu duygular bu gün de beni dimdik tutuyor. Bugün de bu duygular beni dimdik tutuyor Şu anda huzur içindeyim.
Çünkü hiçbir arkadaşıma ihanet etmedim, düşmanlarımdan aman dilemedim. Onurlu bir yaşamım olduğuna inanıyorum.
(...) Sizin bu karar karşısında dik durmanız gözyaşlannızı düşmana göstermemeniz bu gibi durumlarda birbirinize destek olmanız benim en büyük dileğimdir. Sizlerin şu anda zor durumda olduğunuzu tahmin ediyorum. Sizlerin tesellisi bizlerin yaşantısı ve idealleri olmalıdır. Benden dolayı üzülüyorsanız, benim üzülmemi istemiyorsanız kininizi, acınızı gözyaşı dökerek boşaltmaya teselli olmaya çalışmayın. Kininizi, acınızı, gözyaşınızı kendi dünyamızı kurmamız için önünüze çıkan engelleri aşmak için harcayın.
Sizler rahat oldukça sizler dik durdukça, düşmanlarımız titreyecektir. Ben o zaman mutlu olurum.
Mutlu, güzel, acısız günler diler ellerinizden öper hepinizi kucaklanın. Dayım, yengem ve diğer soranlara selam.
Açardın yalnızlığımda Mavi ve yeşil açardın Keklik kanı kınalı berrak Yenerdim acılan kahpelikleri Sıktıkça cellat kemendi.
...
Oğlunuz Erdoğan YAZGAN 29.01.1983 İzmit Gece

Savaşsız sömürüsüz bir dünya için savaştık.
Onun için ölüyoruz.
Biz bu davaya baş koyduk.
Başımız devrime, halkımıza,
partimize feda olsun.
Kahrolsun Faşizm.
Yaşasın Kürt ve Türk Halklarının mücadele birliği.
İdamlar bizi yıldıramaz.
Hoşçakalın.
Elveda yoldaşlar.
.. Bir iki ay önce aşık olduğu ve yazıştığı o kız da vardı, o koğuşta. Demir kapılar gümbür gümbür vuruluyordu.
İbrahim'in sesi en son sehpanın kurulduğu küçük avluya çıktığında duyuldu diğer koğuşlardan.
Üstünde beyaz uzun idam önlüğü vardı.
Elleri arkadan bağlanmıştı.
Slogan atmaması için birkaç asker birden tutmuştu ağzını.
Sehpanın önüne geldiğinde iri adımlarla yürüdü.
Elleri arkadan bağlıydı.
İleri attığı uzun güçlü bacaklarına Yavuzeli Kalesi'nin arkasındaki tarlalarda kurumuş, dolu buğday başaklan çarpıyordu.
Ayışığının altında bir çizgi gibi görünen derenin içinde "Ben bu andan itibaren kendimi..." diye başlayan kapitalizm, emperyalizm gibi dünyanın bütün kötülüklerine karşı savaşın kararlılığını belirten, ardından
"Bu uğurda canımı devrime ve örgüte adıyorum!"
diyerek bitiren henüz 17'sindeki gencin heyecanının yaşıyordu... Durmaksızın sehpaya Çıktı.
İpi onu öldürmekle görevlendirilmiş olanlardan biri geçirdi boynuna.
Ve ardından İbrahim bedenini sandalyeden boşluğa bıraktı.
Sallandı... Sallandı... Sallandı...
...
13.03.1982 İzmir Gece 01.25-03.05

Sevgili anacığım ve babacığım;
Şu an sizlere son mesajımı iletiyorum.
Ben sizlerin yüzünü kara çıkaracak hiçbir şey yapmadım.
Bugünlerde size ağır gelen bu itham gelecekte sizlere bir şeref payesi gibi görünecektir. Bundan emin olun.
Belki de çok şey vardır sizlere iletebileceğim ama şu an aklıma gelmiyor ki... bu da doğal olsa gerek.
Kendinizi üzmemenizi istiyorum.
Canım ablacığım;
Gördüğün yazıyı yaşamımın en son anında bir mesaj olarak iletebiliyorum. Sen örnek ve fedakar davranışlar göstererek kardeşlik bağlarının ne kadar kuvvetli ve de sıcak olduğunu vurguladın.
Bunu görmemek mümkün değil.
Sizlere veda ediyorum, hepinizi çok sevdim.
Anama babama candan selam iletir, her iki ellerinden öperim.
Can kardeşlerim Can, İrfan ve İlhan'ın, Ramazan'ın gözlerinden öperim. Ayrıca seni hasret ve özlemle kucaklarım.
Oğlunuz İlyas HAS
'Mahir, Hüseyin, Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş!
Yaşasın Bağımsız Türkiye!
Kahrolsun Faşizm! Yaşasın Mücadelemiz!'
sloganlarını atarak yürüdü gitti....
'Cellat istemiyorum dedi ve sehpaya çıktı.
İlmek boynuna geçirildi.
Slogan atmaya ve bir şeyler söylemeye başladığı anda görevli savcı tepin tepin diye emir verdi oradaki görevlilere.
Savcı İlyas'ın ayakları altındaki sandalyeye vurmalarını istiyordu.
İdam edilirken en kısa sürede nasıl ölündüğü idamlıkların hücrede zaman zaman tartıştığı bir konuydu.
İlyas da o yöntemlerden birini seçti.
Savcının telaşlı bağırmaları sürerken onlara fırsat vermeden yukarı doğru zıpladı ve vücudunu boşluğa bıraktı.
Bir kum torbası gibi döndü yerinde İlyas.
Vücudu bir iki kez sehpa olarak kullanılan masaya çarptı.
Ve sonra öylece kaldı.
...
27.10.1984 İzmir Sabah

Sevgili aileme, anneme, Mediha ablama, Nuriye ablama, kardeşim Meliha , yeğenim Servet ve enişteme; (...)
Beni düşünürken dünyada tek oğlunuz Kadir'inizi yitirmiş bir kişi olarak değil, sadece binlerce kişiden biri olarak düşünmenizi isterim. Böylesi belirli bir teselli ama daha iyisini düşünemiyorum. Ölmek de doğmak gibi doğal bir olaydır. Ölenlere değil insan yaşayanlara sarılmalıdır.
Işin en doğrusu budur. İnsan acıyla yaşayamaz. Yaşarsa da mutlu olamaz. İnsan yok olanla değil ancak varolanla yaşarsa mutlu olabilir. Temennim bir arada hep beraber mutlu yaşamaktı. Mümkün olmadı. Üzgünüm. Yaşam benle son bulmuyor. Bensiz de devam ediyor. Yaşam yaşayanların üstüne kuruluyor. Bütün arkadaşlara, komşulara, akrabalara selam ederim. Her zaman sizi canı kadara seven,
Biraz sonra yukardan bir kapı açıldı.
Ve bir gerilla marşı da oradan geliyordu. Dik... Baş yukarda.
Savcı ona da hükmü okudu. Sordu: 'Bir diyeceğin var mı?' diye.
Kadir, her zamanki efendiliğiyle cevap verdi.
“Var! Anayasalar, toplum için emekçiler için, halklar için, işçiler için yazılır. Ama maalesef bizde bu anayasalar belli bir zümre için kullanılıyor. İnanıyorum ki; bir gün halkın, emekçilerin, işçilerin sahip olacağı anayasalar gelecektir.” 'dedi.
Sonra ağır ağır sandalyeye çıktı. O da Ahmet gibi gülümsüyordu.
Hiç korkmak telaşlanmak ve hüzün... Hayır! Suskunluk... Hayır!
İpi cellat boynuna geçirecek boyu yetmiyor.. Ve cellat titriyor...
Kafasını çevirdi... Kadir cellata dönerek 'Sakın ol kardeşim heyecanlanacak bir şey yok.. Acele edecek birşey yok ki, biraz sakin ol dedi. Gene etraf şaşkın Kadir bayram yerine gider gibi şendi.
İpi boynuna geçirdiler. Kadir de Ahmet gibi yaptı.
Katil Oligarşi diye bağırmadan önce etrafına baktı.
Göz göze geldiğimizde başımı salladım ve Kadir o sırada bağırdı.
'Katil Oilgarşi! Katil Oligarşi!
Yer gök inliyor. Ve sandalyeyi çekemiyorlar.
Bağırıyorlar çekin sandalyeyi, çekin sandalyeyi diye..
Kadir hiç oralı değil. Sandalyeyi çekemiyorlar.
Kadir sandalyeye basmış ve bas bas bağırıyor.
'Katil Oligarşi!
Ve Kadir sandalyeye pat diye tekmeyi vurdu.
Bir tekme de Kadir'den gelmişti. Kadir de Ahmet gibi 17 dakika ipte kaldı. Her şey bitti. İnsanlar şaşkın.
…
25.06.1981 İstanbul Gece 04.55

Değerli Karıcığım;
(...)
Beni hayat devrimci yaptı.
Her zaman devrimci öğretiler doğrultusunda kendi felsefe anlayışım olan bilimsel sosyalizmden ayrılmadan arkadaş ve halkıma ihanet etmeden halkımın mutluluğu için savaştım.
Bu savaş sürecinde devrimci onurumdan asla taviz vermeden yılmadan, usanmadan bu görevi en iyi şekilde yerine getirmeye çalıştım. Sanıyorum bunu da yaptım.
Biz ki yarınıyız halkın
Umudu yüz akıyız
Hıncı, namusu
Taa şafakları
Hey canım
Kalbim dinamit kutusu
(--.)
İdam sehpasına giderken arkaya bakmadan korkusuzca halkımın mutluluk
sloganlannı haykırarak köhne düzenin celiatlanna fırsat vermeden sehpaya
tekmeyi kendim vuracağıma söz veriyorum.
Bu korkusuzluğu devrimci öğreti devrimci bilinç ve kavga koşullarına
borçluyum.
Akıyor nehirlerin
Rüzgarlıdır dağların
Gene çarpıyor kalbim
Ortasında kavganın
Bizi ne işkenceler ne zindanlar ne de idam sehpalan asla yıldıramayacaktır. Bugün bizi idama mahkum edenlerden tarih mutlaka ama mutlaka hesap soracaktır. Biz ölümlerin en şereflisini en onurlusunu seçtik. Halkımızın mutluluğu uğruna ölümü severek kucakladık. Her zaman başımız düşmanlanmıza karşı dimdik olmalı. Halkıma armağan olarak bıraktığım Murat'ımın bakım ve eğitiminin en iyi şekilde yapılacağından şüphem yoktur. O benim senin olduğun kadarda halkımın da çocuğu. Kendi toplumunun yararına eğitildiği sürece bıraktığımız yerden mutlaka devam edecektir. Onurumuzu ve saygınlığımızı kazanmanın şanlı yoludur bu. Nesiller nesilleri kovalayacak benim bıraktığım yerden oğlum, oğlumun bıraktığı yerden oğlu devam edecektir.
...
29.01.1983 İzmit Gece

sevgili ağabeyciğim Süleyman,
Mektubuma başlamadan evvel sana ve Vardar ailesine özlem, hasret ve
sevgilerimi iletir, en güzel günlerin sizlerin olmasını dilerim.
Nasılsın abi? İyi misin? İyi olmanı candan temenni ederim.
Sen de kardeşin Neco'yu soracak olursan iyiyim.
Sana çoktandır mektup yazmak istedimse de olmadı.
Gönül isterdi ki bu satırianmı cezaevi mapus hücresinde değil,
doğa ile tabiatın, deniz ile ormanın,
sevgi ile insanların,
özgürlük türküleri söylediği bir ortamda yazmak isterdim.
Hepinizin yaşamının iyi olması dileğiyle.
Savaşsız, sömürüşüz bir dünya için savaştık.
Onun için ölüyoruz.
Biz bu davaya baş koyduk.
Kahrolsun faşizm
Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının mücadele birliği.
İdamlar bizi yıldıramaz
Hoşçakalın
Elvada yoldaşlar.
....
Sıra Neco'ya gelmişti.
Onun hücre kapısı açıldı.
Neco hücreden çıkar çıkmaz Seyit'in yanına gitmek istedi.
Ancak oradaki askerler buna engel oldular.
Seyit ile bir ara göz göze geldi.
Ve 'Hoşça kal Yoldaş! İdam bile vız gelir!' diye bağırdı.
Neco slogan atmak isterken ağzı bir bezle kapatıldı.
Askerler kucaklayarak çıkardılar içeriden.
Asacakları avluya kadar sürüklediler onu.
Cezaevinin içinde, slogan atmasını engellemeye çaiışıyoriardı.
Cezaevindeki diğer tutsakların susması için onları sessizce asmak
istiyorlardı.
Ve o da İbo gibi sehpaya kendisi çıktı.
'Yaşasın Sosyalizm!
Yaşasın TKEP!'
... derken ayaklarının altındaki sandalye çekildi.
...
13.03.1982 İzmir Gece 01.25-03.05

Onlar Gölcük askeri cezaevinde idam edileceklerini bekliyorlardı.
Koğuş kapısı slogan ve marşların, tekmelerin yumrukların diğer koğuş
kapılarının gürültüsü altında açıldı.
Kapı açılmadan önce onlar birkaç kez birbirlerine sarılmış vedalaşmış güç
vermişlerdi. Kapı açıldığında da sloganları kesmediler.
'Ömer Yazgan' dedi kapıyı açanlardan biri.
Ömer arkadaşlarıyla vedalaştı tekrar, onlara tek tek sarıldı.
Koridora adım attığında ise diğer koğuşlara bağırdı.
"Hoşçakalm arkadaşlar,
devrimci mücadelenizde size basanlar dilerim.
Kahrolsun faşizm,
yaşasın mücadele...""
inzibatlar ağzını kapattı.
Ömer sesini duyurmak için ağzının kurtarmaya çalıştı.
Kurtardıkça da slogan attı.
Giderek daha fazla asker üzerine yığılmıştı.
Koridora çıktığında arkadan vurulan kelepçeyi bir subay tutmuş geriye
doğru çekiyordu onu.
Bu arada düştü Ömer.
Bu sefer tekmeler altında sloganlar atmaya başladı.
Ve öylece çekip sürüklediler dış giriş koridoruna kadar.
Yine aynı yöntemle dışarıda bekleyen kapalı arabalardan birine bindirildi.
Ramazanın ardından aynı yöntemle Erdoğan ondan sonra da Mehmet aynı
yöntemle getirildiler ve her biri ayrı ayrı arabalara bindirildiler.
Güle güle karanlık dünyalara aydınlık savaşı açan yoldaş Güle güle özgürlük savaşının büyük atlısı Güle güle o büyük devrimci onur Ve erdemin yücesi
...
29.01.1983 İzmit Gece

... Böyle bir kararın benim hakkımda verileceğinden emindim. Ama diğer arkadaşlanmınkini beklemiyordum. Bundan sonrası da politik gelişmelere bağlı, ancak sonuç ne olursa olsun, ben onurlu bir şekilde karşılarım gerekirse, yani infaz söz konusu olursa darağacına çıkarken tüm dünya halklarını selamlamasını, bizden sonra gelecek arkadaşlarıma örnek olmasını bileceğim. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Ben Türkiye halklarının sınıf mücadelesine katıldığım anda her devrimci gibi hayata sözlü, ölüme nişanlıydım. Onun için sonuç etkilemedi.
Sizlere teselli vermek istemiyorum.
Çünkü gözyaşlarını halk düşmanlarına karşı gizlemesini bilen, onlara karşı siyasi ve ekonomik düzensizlikten dolayı her geçen gün kin ve nefretle dolan halkımızın bir parçasısımz. Bir oğul kaybetmiş olsanız bile binlerce oğul kazanacaksınız. Tüm devrimciler sizlerin oğulları, kızları ve kardeşleri olacaktır. (...)
Kısa fakat benim değer yargılanma göre onurlu bir yaşamım oldu. İdeallerimden asla taviz vermedim. Kimseye ihanet etmedim. Silahımı teslim etmedim.
Halkın içersindeyken onlara ve sizlere yardımcı olmaya çalıştım. Halkımızın sınıf mücadelesinde en ön saflarda çarpışmaya çalıştım. Sizleri sömürü ve bunun sonucu olan yoksulluktan kurtarmak istedim ve şimdi bunu bizden sonra gelecek nesillerin sürdüreceğinden nihai hedefimize vaniacağından eminim sizlere başka şeyler de yazmak isterdim ama yazamıyorum...
Tüm Gültepe halkına ve Türkiye halklarına selam.
BEN HALKIMIN MUTLULUĞU İÇİN SAVAŞTIM.
ADIM HÜZÜNLE BİRLİKTE ANILMASIN.
...
29.01.1983 İzmit Gece

'Şunu insanlara anlat.
Ben güle oynaya gidiyorum.
Geriye dönüp bakma gereği duymuyorum.
Çünkü geçmişimde pişmanlık duyacağım hiçbir şey yok.
Tekrar yaşama gelsem yine bu görevi, bu kişiliği seçerdim,
bu ihtişamı tekrar yaşamak isterdim.
Bunu arkadaşlarıma anlat! Böyle bilsinler!"
Sana şunu bırakıyorum:
-Bugün olmaz biliyorum- yann veya herhangi bir gün, kemiklerim dahi kalmış
olsa; inançlarını taşıdığım, düşüncelerini paylaştığım, uğruna severek idama
gittiğim insanların yanına gitmek istiyorum. Ben bunları devletten istemiyorum!
Ben bunları sizlerden istiyorum!
Yeri geldiğinde benim kemiklerimi Mahir Çayan'ın yanına gömün!'
En son isteği bu oldu.
O
"Yaşasın Halkın Devrimci Öncüleri!
Yaşasın Sosyalizm!
Mahir, Hüseyin, Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş!'
sloganları atıyordu.
Ama bu arada tartaklama ve cop sesleri de geliyordu...
Serdar sehpaya çıktığında
' Ölüm! Nereden ve nasıl gelirse gelsin
Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa
Ve silahlarımız elden ele dolaşacaksa
Başkaları mitralyöz sesleriyle
Savaş ve zafer naralanyla
Cenazelerimize ağıt yakacaksa
Bu uğurda ölüm hoş geldi. Sefa geldi?
Che'nin sözlerini haykırdı son olarak.
İpi boğazına geçirildikten sonra, altındaki sandalyeyi ayağıyla itti.
Çoğunluğunu birkaç ay önce Kiremithane mahallesinde hükümeti protesto eden
bir gösteriden getirilenlerin oluşturduğu kadınlar koğuşunun bir penceresinde
Serdardın idamı izleniyordu.
Ve sloganların ardından dumanlar yükseldi pencerelerden. Yorganlar yakılıp
yakılıp atıldı avluya.
Serdar ipte uzun süre kaldı.
Yaşam belirtileri vardı.
Bunu tamamen yok etmek için Agah Yüzbaşı bacaklarına asıldı Serdar'ın.
Uzadı Serdar'ın bacakları.
Yüzbaşı yeniden yeniden yukarıdan asıldı ta ki şişmiş, kangren olmuş bacak
hareketsiz kaldı...
...
26.10.1980 Adana Gece 04.00

Savaşsız, sömürüşüz bir dünya için savaştık.
Onun için ölüyoruz.
Biz bu davaya başkoyduk.
Başımız devrime, halkımıza
Partimize feda olsun.
Kahrolsun faşizm,
Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının mücadele birliği.
İdamlar bizi yıldıramaz
Hoşçakalın
Elveda yoldaşlar.
...
Geç kaldınız beyler!
Sizleri daha erken bekliyorduk.
Biz kendimizi çoktan hazırladık,
kutsal davamız adına partimizi ve devrimi kucaklıyor,
devrimcileri selamlıyorum.
KAHROLSUN FASIZIM !
O da sehpaya çıktı beyaz önlükle...
Kendisinden önce iki can arkadaşının boynunu kıran ilmik onun da boynuna
geçiriliyordu.
Ve O arada şunları söyledi:
"Şunlara bakın hele; tir tir titriyorlar. Korku sizinle hergün yaşayacak.
Cellatlardan ve onun devletinden er geç hesap sorulacaktır"
ip boynuna geçirildiğinde O;
"Kahrolsun Faşizm!
Yaşasın TKEP!"
sloganını attı.
Geride bıraktığı en son sesti bu.
Duvara çarpa çarpa döndü.
Bu ses cezaevinin üstünde
kulaklara çarpa çarpa
yüzyıllık bir korku olarak indi yüreklere...
...
13.03.1982 İzmir Gece 01.25-03.05

"Sevgili anneciğim ve babacığım,
Sizleri ve ezilen halklar adına mücadeleyi, erken bırakmak zorunda kaldığım için üzgünüm, ama bundan ve içinde bulunduğum durumdan dolayı hiçbir zaman pişmanlık duymadan ve şu kısa yaşamım içerisinde hiçbir şahsi çıkar gözetmeden ezilen halklar adına verilen mücadelede yerimi almaya çalıştım ve bundan dolayı gurur duyuyorum. Hakim sınıfların göstermek istediği gibi bizler hiçbir zaman savunmasız insanlara karşı katliam girişiminde bulunmadık.
Fakat onların bizi böyle göstermeleri ve faşistlerle bizi aynı kefeye koyarak cezalandırmaları, bizim nezdimizde ezilen halkların mücadelesine yapılan bir saldırıdır.
Anneciğim ve babacığım; sizlere kısaca bahsettiğim gibi hiçbir pişmanlık duymuyorum. Sizlerin de ezilen halklar uğruna verilen mücadelede katledilişimden dolayı üzülmemenizi ve bundan gurur duymanızı bekliyorum. Ağabeylerime ve ablalarıma da yazmak isterdim; fakat buna olanak yok. Kendilerine çok selamlar. Burada satırlarıma son verirken, hürmetle ellerinizden öperim. Arkadaşlara selam. Hoşçakalın."
"...Havalandırmanın ortasına darağacı kurulmuştu.
Darağacının altına bir tane masa, onun üzerine bir tane sandalye
konmuştu. Necdet, koşarak sehpaya çıktı.
Yağlı ipi kendisi boğazına geçirmeye çalıştı. Ama elleri arkadan bağlıydı.
Bu arada gür bir sesle
" Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği diye slogan attı.
İp boğazına geçirilmişti.
Tam bu anda "Kahrolsun Faşîzm sloganım üç sefer peş peşe attı.
Kahrolsun Sömürgecilik Yaşasın Anti-emperyalist, Anti-oligarşik Halk
Devrimi
İşte tam o andı.
Ve o anda da tereddüt etmedi.
Sandalyesini tekmeledi.
Sandalye düştü ama, sandalye düşmesine rağmen Necdet'in uzun boyu
aşağı sarktı. Ayaklarının ucu masaya değiyordu. O anda cellat telaşlandı.
Necdet'in ayakları altındaki masayı çekmekte heyecanlanmıştı. İp
boğazını iyice sıkmış olasına rağmen Necdet, kendi kendisini boşluğa
bıraktı.
Ve sonra öylece dinginleşti."
...
7.10.1980 Ankara Gece 03.40

'' SEN ANCAK KAN ve GÖZYAŞININ RESMİNİ
YAPABİLİRSİN''
Netekim Çiçeklerin
ve çocukların
dilinden anlayanlar
anlayamadılar cellatların dilini
yine tankların
paletleri altında kaldı papatyalar
Necdet Adalı,Serdar Soyergin, Erdal Eren,Veysel Güney,Ahmet Saner,Kadir Tandoğan,Mustafa Özenç,Seyit Konuk, İbrahim Ethem Coşkun,Necati Vardar, Ali Aktaş ,Ramazan Yukarıgöz,Ömer Yazgan,Erdoğan Yazgan, Mehmet Kambur,İlyas Has, Hıdır Aslan ve diğerleri...
Tarih sınıf mücadeleleri tarihidir. Askeri Darbeler, ülkemiz tarihi incelendiğinde 12 Mart 1971 ve özellikle 12 Eylül 1980 darbeleri öncesi gelişen sınıf mücadelesini engellemek,yok etmek yada geriletmek adına emperyalizm ve yerli burjuvazi'nin bizim gibi ülkelerde başvurduğu temel bir yöntemdir.12 Eylül askeri darbesi,İlerici ve devrimci görülen her şeye saldıran,kitlelerin pasifize edildiği,demokratik kurumların yerle bir edildiği, sonuçları, ve yarattığı toplum modeliyle bu ülkenin gördüğü en kanlı ve etkili askeri darbesidir. 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları' nın uygulamaya sokulduğu 12 Eylül döneminde:
650 bin kişi gözaltına alındı ve 90 güne varan gözaltı sürelerinde ağır işkence gördü,
* 1 milyon 683 bin kişi fişlendi,
* Açılan 210 bin davada 230 bin kişi Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde yargılandı,
* 7 bin kişi için idam cezası istendi,
* 517 kişiye idam cezası verildi,
* 124 kişinin idam cezası Askeri Yargıtay tarafından onaylandı,
* Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1 ASALA militanı),
* İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi,
* 71.500 kişi Türk Ceza Kanunu'nun 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı,
* 98.404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçlamalarından yargılandı,
* 388 bin kişiye pasaport verilmedi,
* 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı,
* 18.525 kamu görevlisi hakkında soruşturma açıldı,
* 14 bin kişi “yurttaşlık”tan çıkarıldı,
* 30 bin kişi “mülteci” olarak yurtdışına gitti,
* 366 kişi “kuşkulu bir şekilde” öldü,
* 644 cezaevindeki toplam hükümlü ve tutuklu sayısı 52 bin kişi,
* Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi,
* 171 kişinin “işkenceden öldüğü” belgelendi,
* 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü,
* 14 kişi açlık grevinde öldü,
* 16 kişi “kaçarken” vuruldu,
* 95 kişi “çatışmada” öldü,
* 73 kişiye “doğal ölüm raporu” verildi,
* 43 kişinin “intihar ettiği” bildirildi,
* 937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı,
* 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu,
* 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi,
* 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi,
* Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi,
* 31 gazeteci cezaevine girdi,
* 300 gazeteci saldırıya uğradı,
* 3 gazeteci silahla öldürüldü,
* Gazeteler 300 gün yayın yapamadı,
* 13 büyük gazete için 303 dava açıldı,
* 39 ton gazete ve dergi imha edildi,
* Bilim ve Sosyalizm yayınlarına bir yargı kararı olmadan sadece Sıkıyönetim Komutanının emri ile el konuldu ve 133.607 adet kitap imha edildi,
* Darbenin ilk altı ayında 123; dokuz ayında 175, 1981 yılının sonunda tam 268 yasa çıkarıldı.
12 Eylül askeri darbesi tarafından idam edilen yiğit ve güzel insanlar adına '' 12 Eylül darbecileri yargılansın''diyenlere (kim,kimi nasıl ve kim adına yargılayacak ?)12 eylül askeri faşist cuntasının ve yaratıcılarının halkın gözünde çoktan tarihin çöplüğünde yerlerini aldıklarını ve yargılandıklarının bilinmesini isteriz. KARAR : ..........
SORARIM
ZULMÜN GECESİNİN İMPARATORUNA
BENİM KARANLIKLARDA BÜYÜYEN KIZIM VAR
SENİN ŞAFAĞA DİRENECEK ÇOCUĞUN VAR MI ?
Güneşin hiç özgürce doğmadığı
Sevdaların, hayallerin bile
Yasak olduğu bir ülkede yaşıyorum.
Sevmek yasak, düşünmek yasak
Hayal kurmak bile yasak
Oysa bunun adı özgürlük !...
ISKENCELER
12 EYLÜL 1980 DARBESI ÖNCESINDE VE SONRASINDA YAPILAN INSANLIK DISI ISKENCELER
Diyarbakır Cezaevi Gerçeğiyle Yüzleşme Araştırma ve Adalet Komisyonu raporundan alinmistir.
FALAKA: Yaygın ve sürekli uygulandı. Ayak tabanı, ellerin içi gibi vücudun kaslı bölümlerine kalas, cop, zincir, saz sapı, pik demir vb. vurularak gerçekleştirilirdi. Bu yöntem, ayak tabanlarını ve el ayalarını patlatır, kaba yerleri ezer, morartır, tırnakları sökerdi. El ayak gibi herhangi bir yeri kırar, sakat bırakırdı.
KÖPEK SALDIRTMA: Tutuklu çırılçıplak soyulur, kurt köpeği üzerine saldırtılırdı. Köpeğin ilk kaptığı yer bacak arası olurdu.
ZlNCİR: 20-25 metre uzunluğundaki zincirin uçları iki tutuklunun boynuna bağlanır, tutuklular sırt sırta verdirilerek ters yönde hızla itilir. Tutuklu tek ayağından zincire bağlanır, bu zincir yüksek bir yere asılır, tutuklu bayılıncaya kadar askıda kalırdı.
GERME: Tutuklunun bir bacağı merdiven kenarlığına bağlanır, diğer bacağı da açık bırakılan koğuşun gözetleme deliğine bağlanıp kapı kapatılır, tutuklunun bacakları koğuş kapısının eni kadar gerilir ve öyle kalırdı. Koşuşturulur, zincir tam gerilince, her iki tutuklu da sırtüstü yere düşerdi.
AYAKTAN ASMA/TEPE: 50-60 kişi havalandırmaya alınırdı. Gardiyan "tepe ol" komutu verince tüm tutuklular üst üste bindikten sonra, bir tutuklu da üst üste yatan tutukluların üstüne çıkar, istiklal Marşı'nın on kıtası okutulurdu.
KULE: Havalandırmaya çıkan tutuklular altı kişilik daire oluştururlardı. Bunların üzerine 3-4 kat olacak biçiminde tutuklular çıkarıldıktan sonra, gardiyanın "yıkıl" komutuyla kule oluşturan tutuklular kendini yere bırakır ve böylece tutukluların değişik yerlerinde kırılma, incinme ve çıkık olurdu.
RANZA ALTI: Gardiyanlar ellerinde kalaslarla koğuşa girip, "ranza altı ol" komutunu verince, koğuşta bulunan tutukluların hepsi ranzaların altına girerdi. Herhangi bir yerlerinin açıkta kalmaması gerekiyordu. Ranzaların altına tüm tutuklular sığmadığı için kiminin eli, kiminin kolu dışarıda kaldığından, gardiyanlar ellerindeki kalaslarla tutukluların dışarıda kalan kısımlarına vurmaya başlardı.
KANTAR: Tutuklular havalandırmada çırılçıplak soyundurulup tek sıra halinde dizilirler, sıranın ön tarafında duran tutuklu sırt üstü yatırılırdı. İkinci tutuklu, yatan tutuklunun testis ve erkeklik organlarından tutarak yukarı kaldırır, tutuklunun kaç kilo geldiğini söylemesi istenirdi. Tüm tutuklular birbirini tartana kadar bu işlem devam ederdi.
KERVAN: Havalandırmada, tutuklular tek sıra dizilir, her tutuklu önündeki tutuklunun sırtına bindirilir, bacakları, altındaki tutuklunun boynundan aşağıya sarkıtılır ve kulaklarından tutması istenirdi. Gardiyanın komutuyla tutuklular yürümeye başlar ve bu işlem tutuklular ayakta duramayacak duruma gelene kadar sürerdi.
SEHPA: Tutuklu gece koğuştan alınıp, koğuş koridorunda gardiyan ve subaylardan mizansen olarak oluşturulan bir mahkemede sorgulanırdı. Mahkeme, tutukluyu idam cezasına çarptırır, ikinci katın merdiven kenarlığına bir ip geçirilip, ipin ucuna tutuklunun boyun kemiğini kırmayacak düzeyde kalın bezden bir ilmik takılır, tutuklunun boynu bu ilmiğe geçirilir ve temsili infaz gerçekleştirilirdi. Tutuklu tam boğulacağı sırada ip açılırdı.
COP SOKMA: Gardiyanlar copu zeytinyağına batırır ve yağlı copu tutuklunun makatına zorla sokardı. Sonra bu copu kendisine ya da bir başka tutukluya yalatırlardı.
ÇEK-ÇEK: Tutuklu çırılçıplak soyundurulur ve erkeklik organına bir ip takılırdı. Gardiyan ipin diğer ucunu alıp hızla koşar, tutuklu da zorunlu olarak gardiyanın peşinden koşar.
LAĞIM SUYUNA SOKMA: Tecrit bölümünün alt katındaki bazı tuvaletlerin delikleri tıkanır. Hücrelerin pisliği ve lağım suları burada biriktirilir, diz boyu kadar oluşturulan pisliğin içine tutuklu atılır ve pislik yedirilirdi.
KiTAP OKUMA: Koğuşta bir tutuklunun eline kitap verilir, tutukluya avazı çıktığı kadar yüksek sesle tek tek sözcükler okutulurken, diğer tutuklular bu sözcükleri tekrarlarlardı. Sabahtan akşama kadar yapılan bu işlem sırasında, tutuklular ayakta durmak zorundaydı.
MARŞ SÖYLETME: Cezaevinde bulunan herkes elli'yi aşkın marşı ezberlemek zorundaydı. Bu marşlar tutukluların ses telleri tahriş oluncaya kadar söyletilirdi.
ÖL DEDİĞİMDE: Tutuklu havalandırmanın orta yerine çıkarılır, hazır ol durumuna geçirilirdi. Gardiyanın "öl" komutuyla tutuklu kaskatı, eklemlerini kırmadan yere düşürülürdü. Bu işlem gardiyanın keyfine göre tekrarlanırdı.
SİGARA İÇİRME: Bunun çok çeşitli yöntemleri vardı. En çok uygulananları şunlardı: Koğuşta kalan tutukluların eline beş adet sigara verilir, sigaraların tümü yakılarak devamlı ağzında tutulurdu. Gardiyanın "çek-bırak" komutuyla sigaralar bitinceye kadar içirilir, sigaralar-filtreleri dahil- tutuklulara yedirilirdi. Bu sırada koğuş pencereleri kapatılır, havasızlık ve dumanla boğulma ortamı yaratılırdı.
BANYO: Tutuklular çırılçıplak soyundurulur ve tek sıra halinde banyoya götürülürdü. Banyoda sabun kullanılmazdı. Hortumla tazyikli su tutukluların üzerine fışkırtılırdı. Daha sonra tutuklular koridora çıkarılır, "Yat-sürün" komutuyla tutuklular yerlerde süründürülerek koğuşlarına götürülürdü.
SAYIM DÜZENİ: Tutuklular günde en az beş kez sayılırdı. Her sayımdan önce, tutuklular sayım düzenine geçer, sayım talimi yaptırılır, yüksek sesle tekmil verilir, rahat-hazır ol ile, çöker kalkarlardı.
GECE NÖBETİ: Geceleri her koğuşta mevcuda göre 2-7 kişiye kadar tutukluya sırayla nöbet tutturulurdu. Nöbet sırasında devriye gezen gardiyanlar, koğuşun mazgal deliğini açar, nöbetçi tutuklunun mazgaldan dışarı elini uzatmasını ister, tutuklunun ellerine cop veya kalasla istediği kadar vururdu.
LOKOMOTİF: Tutuklular havalandırmaya çıkarılır, İki kişi çırılçıplak soyundurulur, bunlardan birisi domalıp iki eliyle diz kapaklarını tutar, diğeri de arkadan bunu kucaklardı. Gardiyanın "uygun adım marş" demesiyle her iki tutuklu havalandırmada dolaşırlar, diğer tutuklular zorunlu olarak bunları izlerdi.
PİSLİK YEDİRME: Her havalandırmanın ortasında bir lağım çukuru vardı. Lağım suları ve insan pislikleri burada toplanırdı. Tutuklulara bu çukurdan avuç avuç pislik alıp yemeleri istenirdi.
İŞEME: Havalandırmada bir tutuklunun yere yatması istenir, diğer tutuklulara, yerde yatan tutuklunun yüzüne işemesi istenirdi..
TECAVÜZ: Cezaevinde görev yapan gardiyanlar, genç tutuklulara merdiven altlarında zorla tecavüz ederlerdi. Ayrıca iki tutuklu çırılçıplak soyundurularak birbirlerine tecavüz etmeleri istenirdi.
HASTANE: Hastanede de cezaevindeki kurallar geçerliydi. Hasta, tuvalete götürülmez, yatakta da hazır ol vaziyetinde yatardı.
VEREM: Veremlilerle, sağlam tutuklular birbirinden tecrit edilmez, aynı kapta yemek zorunda bırakılırdı. Aynı battaniyenin altında yatırılırlardı. Veremlilerin balgamları tahlil yapılacak bahanesiyle toplanır, karavanadaki yemeklere karıştırılır ve bu yemekler tüm tutuklulara yedirilirdi.
AYAKTA BEKLETME: Bu yöntem cezaevinde her gün geçerliydi. Sabah saat 05'den akşam 17-19'a kadar tutukluların oturması yasaktı.
KONUŞMA YASAĞI: Koğuş içindeki iki kişinin birbiriyle konuşması, tutuklunun gülmesi ve düşünür gibi görünmesi yasaktı. Böyle bir suçu işleyen tutuklulara yukarıdaki işkence yöntemleri uygulanırdı.
GECE BASKINI: Nöbetçi subay ve gardiyanlar, gece geç saatte tutukluların koğuşuna girerek, uyku sırasında tutuklulara cop veya kalaslarla dayak atarlardı.
AVUKAT-ZİYARET DAYAĞI: Avukat görüşmesine ve diğer görüşmelere gidip gelirken tutuklulara dayak atılırdı. Görüşlerde hiçbir şey konuşulmaması tembih edilirdi. Tutuklular avukatlarıyla savunma konusunda görüş alışverişinde bulunamazlardı.
MAHKEME DAYAĞI: Tutuklular mahkemeye götürülürken cenaze arabasına bindirilirlerdi. Elleri arkadan kelepçeli olurdu. Cenaze arabasına binerken ve çıkarken gardiyanlar tarafından dövülürlerdi.
|
|
|
|
|
 |
|
|
|
|
Yarın başımıza ne geleceğini hİçBirimiz bilemeyiz.... neDen olmayı hakeden herkese bugün yanında oLduğu için teşekkür etmiyoruz. |
|
BÜLBÜL DOĞDUğU GÜNDEN BERİ BEYAZ GÜLE AŞIKTIR AMA GÜL KİBİRLİDİR BÜLBÜLÜ SEVMEZ, ONUN TEK İSTEDİĞİ KIRMIZI BİR GÜL OLMAKTIR. BÜLBÜL BUNU DUYAR VE GÜLDEN BİR DİKEN ALIP YÜREĞİNE SAPLAR. AKAN KANLARLA GÜL KIRMIZI GÜL OLUR AMA ARTIK BÜLBÜL ÖLMÜŞTÜR, GÜL O ZAMAN ANLAR SEVMENİN NE DEMEK OLDUĞUNU "Sevmek sevdiğni her ne UĞRUNA olursa OLSUN mutlu etmektir" |
|
DOSTLARIN
AŞKI
SEVGİLİDEN ÇOKTUR.
SEVGİLİ TERK EDER
DOST
YANINDA
KALIR
SEVGİLİ
EMREDER
DOST
TESELLİ
EDER!
DOST
SEVGİLİDEN
ÇOK SEVER
BİLİRMİSİN
BİZDE
DOSTLUK NEDİR?
NEFESİN KESİLİRSE AL BU CAN SENİNDİR.
YOLUN SONU UÇURUMSA
DOSTUM GERİ DÖN
İLK ADIM BENİMDİR
diebilmektir. |
|
UNUTMAYIN HAYATTA NE
İMKANSIZ NEDE UNUTULMAZ
DİYE BİRŞEY VARDIR
BUNLARI KENDİMİZ YARATIRIZ
İMKANSIZ DA YOKTUR UNUTULMAZDA |
|
|
 |
|
|
|
|